Merkez Bankalarının Sırtı Duvarda

Metin BONFİL Köşe Yazısı
10 Mart 2021 Çarşamba

“Almadan vermek Allah’a mahsus” derler. Gelişmiş ekonomilerdeki merkez bankaları almadan vermeye çok alışmış durumdalar.

Teoride, merkez bankalarının iki ana hedefi vardır: Fiyat istikrarı ve düşük işsizlik. İşsizliği azaltmak için gaza, enflasyonu dizginlemek için de frene basarlar. Gidişata bakıp biraz gaz biraz fren yaparak istikrarı korumaya çalışırlar. Düşük enflasyon ve istikrar, kendi içinde ekonomik büyümeyi tetikler. Büyüme, işsizliğin en önemli ilacıdır.

Ardarda gelen büyük finansal krizlerle merkez bankaları adeta sürekli gelen penaltıları kornere çıkaran kalecilere dönüşmüş durumda.

Başta Bernanke olmak üzere, Yellen, Powell, Draghi ile Japonya ve İngiltere Merkez Bankaları Başkanları Kuroda ve Carney de sürekli krize giren küresel finans sistemine ilk müdahaleyi yapan ekibin içinde yer aldılar.

Ekonomiler borca doymak bilmiyor. IIF ve Bloomberg[1] tarafından hazırlanan bir çalışmaya göre, 2020’nin sonunda ülkelerin toplam borçları 281 trilyon ABD Doları ile yeni bir rekor kırdı. COVID-19 dolayısı ile sadece bir senede 24 trilyon dolar artan toplam borçlar artık küresel ekonomilerin toplam gayrisafi yurt içi hasılalarının 3,55 katına denk gelmekte.

2008 krizinde Bernanke, 2011 Avrupa finans krizinde Draghi, sonrasında Yellen bankalardan yüksek dozda tahvil alıp parasal genişleme yarattılar ve nominal faizleri sıfıra hatta eksi seviyelere çektiler. Bu sayede hükümetlerin bütçelerini fazla bozmadan finansal sisteme güven verdiler ve olağanüstü kötü olabilecek finansal çöküşleri az maliyetle önlemeyi başardılar. Merkez bankalarının görevini finansal istikrarı sağlamak olarak kabul ettiğimizde, bankacılık sistemi üzerindeki aşırı riskleri (toksik varlıkları) satın almalarının merkez bankalarının görev tanımı içine girdiğini düşünebiliriz.

COVID-19 salgını ile gelen ekonomik zararlar bu defa bankalardan ziyade devlet bütçelerinde büyük delikler açmakta. Ufukta önce sosyal bir kriz (bu insanlar nasıl geçinecek, ne yiyip ne içebilecekler) ardından da finansal bir kriz (geliri kaybolan insanlar/şirketler borçlarını ödeyemeyecekler) belirince, devletler de kesenin ağzını açıverdiler. Gelişmiş ekonomilerde bütçe açıkları patladı. Örneğin, ABD yılda 1 trilyon dolar bütçe açığı verir iken geçen sene 3,1 trilyon açık verdi. ABD’de bu hafta geçmesi beklenen 1,9 trilyon dolarlık yardım paketi ile 2021 açıklarının da rekorlar kıracağı şimdiden belli. Sadece ABD değil, İngiltere 568 milyar dolar, Japonya 1,1 trilyon dolar, Almanya 1,5 trilyon dolar destek paketleri açıkladılar.

Reel faizlerin eksi olduğu bir dünyada, bu yeni borç tahvillerini kim satın alıyor dersiniz? Ağırlıklı olarak merkez bankaları. İşte, belki de kriz yönetiminde ilk defa, merkez bankaları artık finansal sisteme ilaveten bu kez de sosyal düzeni korumak için devrede. Hükümetler bu yardım paketleri ile işleri kapanan şirketlere ve geliri yok olan hanelere direkt olarak cansuyu veriyorlar; doğru da yapıyorlar. Cansuyunun ana kaynağı da merkez bankaları oluyor. Borsalar rekor kırarken kıt kanaat geçinen kesimin salgın dolayısı ile yardıma muhtaç kalmaları şu anki ekonomik sistemin zaafını fazlasıyla belli etmekte. Bu nedenle, belki biraz da zaten mevcut olan gelir dağılımı bozukluklarının ayıbını örtmek istercesine, destek üstüne destek paketleri açıklanıyor.

Görünen o ki, 2008’deki bankacılık ve finans krizi olsun, 2011’deki Avrupa borç krizi olsun, geçen sene başlayan COVID-19 krizi olsun, başta Fed ve AB Merkez Bankası olmak üzere, İngiltere, Kanada, Avustralya ve hatta Çin merkez bankaları tüm krizlere karşı en ön safta yer almaya başladılar.

Bu ilk yardım ekibi artık faizleri indirebildikleri kadar indirdiler, hatta tasarruf sahibini yıllarca eksi faize talim ettirdiler. 10 yıl önce tahayyül edebileceklerinin çok ötesinde parayı pompaladılar, gelişmiş ekonomilerdeki borsalarda kocaman bir balonun şişmesine sebep oldular. Daha da ötesi, 2016’dan bu yana tarihteki en hızlı borçlanma artışını yaratarak, her an patlayabilecek bir borç balonunu yarattılar ve belki de yolun sonuna geldiler.

Kalp yetmezliği çeken obez hastaya ameliyat yerine kortizonu dayayarak bugünlere getirdiler.

Şu an hasta ne ameliyatı kaldıracak durumda ne de daha fazla kortizonu. Şimdi kendisinden eskiye göre üç misli daha hızlı koşması isteniyor. Bakalım merkez bankaları bundan sonra ne yapabilecek? Ya enflasyon ya çöküş diyenlerin sayısı artıyor.


[1] Institute of International Finance ve Bloomberg.com 17/2/2021

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün