2020’nin sonlarında yazdığım yazıda Amerikan Basketbol Ligi’nin izlenme oranlarının düşmüş olduğunu belirtmiştim. Bazı Amerikalı siyasiler bunu NBA’in fazlaca politize olmasına (özellikle siyahilerle karşı yapılan ırkçılık konusunda) bağlamış, bu düşüşü kendi ideolojilerine uygun olarak yorumlamışlardı. Ancak ortaya çıkan birçok yeni araştırma gösteriyor ki bu yorum, izleyicilerin çok ufak bir kesimi için geçerli.
Verilere baktığımızda hem Amerika içinde hem de dünya çapında birçok sporun izleyici sayısında dramatik düşüşler olduğu görülüyor. Bir seneyi aşkın süredir yeni normalimizde yaşarken ve ister istemez evlerimizde daha fazla vakit geçirirken hepimiz sevdiğimiz sporlara daha fazla sarılırız diye bekliyorduk. Peki o zaman bu düşüş neden oldu?
Akla ilk gelen, seyircilerin fiziksel olarak müsabakalara katılamaması. İzlediğiniz spor ne olursa olsun, seyircisiz bir tribün, sessiz bir salon, boş bir kort görmenin, izleyicinin aldığı keyfe yaptığı olumsuz etki yadsınamaz. Her ne kadar dijitalleşmiş bir çağda yaşasak da başka insanlarla fiziksel olarak aynı yerde olmanın yarattığı duygu yoğunluğu, konsantrasyon seviyesi bir başka. Bunu sadece sporda değil, eğlence sektörünün diğer alanlarında da gözlemleyebiliyoruz. Örneğin, bu sene yapılan Altın Küre Ödül Töreninin izlenme oranı geçtiğimiz seneye göre yüzde 62 azalmış durumda. Dolu bir salonda, dünyanın en ünlü aktörlerinin buluşmasının yarattığı atmosfer koronavirüs sebebiyle olmayınca törenin cazibesini yitirdiği görülüyor.
İkinci bir sebep ise sürekli evde olmamız. Bunun normalde izlemeyi arttırması beklenir ancak yazının başında dediğim gibi durum öyle değil. Çünkü sürekli evde olmak, iş/okul hayatının ev hayatından ayrılamamasına, yani normalde ayıracağınız dikkat ve zaman için başka birçok faktörün rekabet içine girmesi demek. Örneğin, evden çalışma ayrılacağına sahip olanlar için maç saatinde gelen bir mail dikkati başka yöne çekebilir. Eski düzende maçı bir arkadaşla izleyecek kişinin aklını bir dizi veya film çelebilir.
Dizi veya film demişken üçüncü sebebimize geliyoruz: Pandemiyle beraber hayatımıza girişini sağlamlaştıran çevrimiçi içerik platformlarının yaygınlaşması ve medya tüketim alışkanlıklarını temelden değiştirmesi. Her ne kadar bu platformlar spor dünyasında da etkisini göstermeye başladıysa da temel olarak spor yayıncılığında anaakım televizyonculuk anlayışının hakimiyetinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Teknolojik olarak geride kalan anaakım spor yayıncılığı, pandemi öncesinde var olan müşterilerini elinde tutabilirken, geçtiğimiz sene spor müsabakalarına verilen zorunlu ara bu kesimi de değişime itmiş oldu. Tüketicinin önce vaktini, sonra da para ve bağlılığını kazanan çevrimiçi platformlar, eğlence için harcanacak bütçenin en temel unsurları haline geldi.
Dördüncü ve en bariz sebep ise psikolojik yorgunluk. Her ne kadar bizimki gibi ateşli ülkelerde bazı sporlar bir eğlenceden çok daha fazla, hayat memat meselesi olarak görülse de söz konusu gerçek bir hayat memat meselesi olduğunda, müsabakaların öneminin kafalarda azaldığını söyleyebiliriz. Günlük hayatımızda bir ‘dikkat dağıtıcı’ görevi gören sporun, pandemi koşullarında bu görevi tam olarak yerine getirememesi öngörülebilir bir durum.
Teşhisi koyduk, şimdi ise iyileşme için ne yapılmalı? Öncelikle aşılanma süreci devam ederken, pandemi koşulları göz önüne alınarak yavaş yavaş tekrar seyircinin katılabildiği senaryolar için bütün spor camiası birlikte çalışıp hazırlık yapmalı. Böylece fiziksel yakınlığın olmamasından dolayı kaybedilen hissiyat en kısa zamanda geri getirilebilir. Bunun yanında yayıncılar çevrimiçi teknolojilerine yatırımı arttırmalı ve onları yeni model tüketici isteklerine uygun hale getirmeli. Bu adımlarla beraber spor izleyiciliğinin yeni bir yükseliş yaşayacağı bir döneme girileceğine gönülden inanıyorum.