Avrupa’nın en önemli güçleri arasında yer alan Fransa ile İsrail’in ilişkileri tarihte zaman zaman stratejik boyutlar almış olsa bile, 2015 yılında Fransa’da gerçekleşen terör saldırıları sonrasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun o ülkede yaşayan Yahudilerin güvende olmadıkları ve gerçek vatanları İsrail’e göç etmeleri gerektiğine dair sözleri sebebiyle gerildiği de olmuştu.
İsrail 1948 yılında kurulduğunda, Sovyetler Birliği Çekoslovakya üzerinden silah satışı gerçekleştirerek bu ülkeye destek olmuştu. Nitekim yeni kurulan devleti ilk tanıyan ülkelerin arasında Sovyetler de vardı. Fakat bu ilişkiler uzun süreli olmamış ve 1953 yılında Rusya’da ‘Doktorların Komplosu’ olarak adlandırılan Stalin’i öldürmeye yönelik planlandığı iddia edilen suikast teşebbüsü sebebiyle tipik antisemit özellikler taşıyan bir suçlama ile Yahudi doktorlar hedef gösterilmiş ve ülkede yaşayan Yahudiler üzerinde baskılar artmıştı. Nitekim Rusya’daki Yahudi toplumu üzerindeki zulümler uzun on yıllar boyunca devam etmiş ve Natan Şaransky gibi sonradan İsrail’de bakan olacak kişiler hapiste uzun zamanlar geçirmişti.
Fransa’nın da Yahudiler ve İsrail ile ilişkileri çalkantılıydı. Fransız Devriminin Yahudilere, Kont Stanislas de Clermont Tonnerre’in sözlerinde ifadesini bulan vaadi şöyleydi: “Bir halk olarak hiçbir hakkın verilmemesi, ancak birey olarak tüm hakların verilmesi.” Diğer bir deyişle eşit vatandaşlık çerçevesinde Cumhuriyet’in parçası olacaklardı. Ancak, Dreyfus olayı ile antisemitizmin yok olmadığı bir kez daha güçlü bir şekilde kanıtlandı. 20. yüzyılda ise Yahudi kökenli Leon Blum’un 1936’da ve Pierre Mendes France’nın 1954’te başbakan olmalarına rağmen, II. Dünya Savaşında Nazi yanlısı Vichy hükümetinin Fransa’dan on binlerce Yahudi’yi ölüm kamplarına gönderdiği ve başka antisemit politikalar uyguladığını unutmamak gerekir.
Ancak tekrar İsrail’in ilk yıllarına geri dönersek, Çek silahlarından sonra, Fransa İsrail’e askeri mühimmat ve Mirage jet uçakları satmaya başladı. Bu dönemde ABD İsrail’e silah satmaya yanaşmıyordu. Diğer bir deyişle 1954’ten itibaren Fransa ve İsrail arasında örtülü bir stratejik işbirliği başladı ki bunun en önemli sonucu ülkenin güneyinde bulunan Dimona Nükleer Santralinin Fransa’nın desteği sayesinde kurulmasıydı.
İki ülke arasındaki ilişkinin temel sebebi, yükselen Arap milliyetçiliğine ve Cezayir’deki bağımsızlık hareketine Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır’ın verdiği destek idi. Bu bağlamda Fransa, İsrail ve İngiltere 1956 yılında Mısır’ı işgal edip Süveyş Kanalını kontrolleri altına aldıklarında, bu ülkeler arasındaki stratejik ilişkilerin boyutu daha da ortaya çıktı. Ancak Charles de Gaulle’ün 1958’te cumhurbaşkanı seçilerek tekrar iktidara gelmesi ve 1962 yılında Cezayir’deki iç savaşın bu ülkenin bağımsızlığını kazanması ile sonuçlanması üzerine, de Gaulle Arap dünyasına yakınlaşma politikası başlattı. Böylelikle İsrail ve Fransa arasındaki stratejik ilişkiler son buldu.
Bunun bir yansıması, 1967 Altı Gün Savaşı esnasında Paris’e giden İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban’a karşı de Gaulle’ün soğuk davranışları idi. Daha sonra, de Gaulle Yahudileri “elit, kendilerine fazla güvenen ve hükmeden” bir halk olarak tanımladı. BM Güvenlik Konseyinin 242 sayılı kararının İngilizce ve Fransızca metinleri arasındaki ufak farklılık (İngilizcesindeki ‘from territories’e karşılık Fransızcasında ‘des territoires’) ise İsrail’in son savaşta ele geçirdiği bütün topraklardan mı yoksa bir kısmından mı çekilmesi gerektiğine dair tartışmaya dayanıyordu. Fransa bu konuda Araplardan yana taraf oldu.
1973 Yom Kipur Savaşı (Arapçası Harb Uktuber) ve sonrasında kullanılan petrol silahı, Avrupa Ekonomik Topluluğunu daha Arap yanlısı bir pozisyon almaya itti. 1975 yılında ise Filistin Kurtuluş Örgütü Paris’te bir temsilcilik açtı. Nitekim, önceki yıl FKÖ Birleşmiş Milletlere üye olmayan gözlemci statüsünde girmişti. Bu statü 2012 yılında üye olmayan gözlemci devlet statüsüne yükseltildi.
Fransa’ya geri dönersek, 1980 yılında Copernic Sokağında bulunan sinagoga yapılan saldırıda 4 kişi öldü. Fransa Başbakanı Raymond Barre’ın verdiği demeç ise Yahudi toplumunu teskin etmekten çok uzaktı çünkü Başbakan’a göre “Teröristler Yahudileri hedef almış ancak masum Fransızları öldürmüştü.” Bu ifade bir yandan sürçü lisan olarak değerlendirilebilir, ancak belki daha doğrusu Yahudilerin hâlâ tam vatandaş olarak görülmediklerinin bir örneği olarak anlamlandırmak olacaktır.
1981 yılında cumhurbaşkanı seçilen François Mitterrand, İsrail’e daha yakın bir politika izledi ancak 1982 yılında Knesset’te yaptığı konuşmada Filistin devletinin kurulması gerektiğine vurgu yaptı. Sonraki Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, özellikle FKÖ lideri Yaser Arafat’a yakın bir duruş izledi ve cenaze törenine katıldı. Öbür taraftan, 2004 yılında İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Fransa Yahudilerine İsrail’e göç etme (aliya) çağrısı yaptığında, Chirac çok sert tepkilerde bulundu.
Chirac sonrası cumhurbaşkanı seçilen Nicolas Sarkozy ve daha sonra François Hollande ise İsrail’e karşı daha dengeli politikalar uyguladılar. Özellikle antisemitizme karşı kararlı duruş ve söylemleri dikkat çekmekle beraber, terör saldırıları devam etti. Dolayısıyla 2014 yılında İsrail’e göç veren ülkelerin başında 6000 kişi ile Fransa yer aldı. Bu yeni gelen göçmenler sayesinde İsrail’in birçok şehrinde artık Fransızca duymak mümkün. Sonuç olarak, Fransa-İsrail ilişkileri de Gaulle dönemine göre çok daha iyi olmakla beraber, belirli gerilimleri bugün bile hâlâ taşıyor.