Emekli amirallerin sözleri gündeme yıldırım gibi düştü. Pandemi sebebiyle sokağa çıkamayan, amiraller isimli WhatsApp grubu mensuplarının ‘aksiyonu’ şekil itibariyle gerçekten trajikomik.
Kimileri kumpas mağduru, kimileri bu metne imza atarak belki başka bir kumpasın mağduru bilmiyorum. Fakat merak ediyorum, gerçekten fikrin ilk sahibi kim? Yani ‘the amiral’ kim?
İlk taşı kim attı? İşin aslı neyse sanırım o kişiden çözülebilir. O hengâmede unutulmaz ise elbette. Çünkü belli ki, o ilk kişinin bir gündemi var.
Gözaltına alınan on emekli amiralin avukatlarından Şule Nazlıoğlu Erol, amirallerin açıklamanın ‘bildiri’ değil duyuru olduğunun altını çizdiklerini belirterek, “İçerik yanlış mı? Ülke çok ciddi bir süreçten geçiyor. Bugün konuşmayacaklar da ne zaman konuşacaklar?” ifadelerini kullandı.
Böyle bir metnin usul açısından savunulacak yanı zaten yok. Neresinden bakarsak bakalım Türkiye’nin korkularını, sinir uçlarını tetikliyor hatta hortlamasını ziyadesiyle sağlıyor. Özellikle gece yarısı olması ve dili itibariyle ismi olanlardan kimse de dememiş ki, emin miyiz sahiden diye! Ayrıca 104 kişiden biri bile demedi mi? Yahu bunu en azından gece yarısı yapmayalım da sabaha bırakalım falan diye! Çok ilginç. Çünkü o makamlara gelen insanların böyle detayları atlamaları bana aşırı garip geliyor! Mantık kırıntıları arıyorum. Niyet okuyuculuğu yapmıyorum.
Jenerasyon farkı mı desem yoksa belli bir ‘gerçeklik’ düzleminde körleşmek mi desem emin olamadım. Yoksa kandırıldılar mı?
Fakat her halükarda havayı iyi koklayamadığı kesin olan bir durum.
Ayrıca ‘bildiri’ ve ‘duyuru’ arasına sıkışan bu gündem yerine keşke emekli amiraller diye YouTube’da tartışsaydınız. Ne bileyim çağa bile uygun değil. Yıl olmuş 2021 ve biz hâlâ darbe tartışmalarına uyanıyorsak ne korkunç!
Bu döngüden çıkış yok mu?
Amirallerin içeriğinde darbe çağrışımı olmadığını düşünenler, hükümetin, durumdan mağduriyet devşirdiğini söylüyor. Erdoğan ise bizzat “Girişimi art niyetli buluyorum” diye açıklama yaptı. İşin arkasında muhalefetin olduğunu söyledi. “Bu amirallerin, diplomatların son dönemde Kıbrıs’tan Karabağ’a kadar verdiğimiz mücadele için bir araya gelerek ülkemiz için destek bildirisi yayınladığını görmedik” dedi.
Bu da başka bir yanı. Hakikaten, işler göreceli olarak iyiyken susmak ve yine göreceli olarak kötüyken ‘bildirmek’ ayrıca şüpheli çağrışımlara açık hale getiriyor durumu.
Türkiye ise tartışmalarla ‘darbe iması ve ifade özgürlüğü’ olarak yine ikiye bölündü.
Esas usule takıldı.
Askeri adımlar konusunda normalleşmeyen Türkiye’nin bilinçaltı, darbe ve girişimlerin izleriyle dolu. Tarih darbe yaşanmışlığının sert travmalarıyla örülü. Ve çoğuyla da hukuken hesaplaşılmadı. Normalleşme adalet üzerinden değil, siyaset üzerinden tesis edilmeye çalışıldığı için mesele hep rövanşa dönüştü. Hâlbuki toplumsallık dediğimiz şey, bizi ne kadar rahatsız ediyorsa zaten yasalarda yeri bellidir ve her şey hukukun, adaletin güvencesi altındadır. Yani ideali bu. Haliyle o zaman böyle bir korkuya da gerek duyulmaz. Lakin adalet, hukuk yeterince güçlü değilse sistemin teminatı siyasi irade de olamaz. Olmalı mı?
Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda dik duran ve taviz vermeyen bir lider. Fakat biz sistemi korku ve reflekslerle mi koruyacağız? Sadece açıklamalar mı bizim içimizi rahatlatacak?
‘Zevzek’ olsun ya da olmasın, bu düşüncelerin pusuda bekleyip vücut bulma ihtimaliyle mi mücadele ediliyor yoksa kişiler mi tek tek bizi rahatsız eden?
Bizim sistemsel olarak ortaya koyduğumuz güvence ne?
Ayrıca sistem nerede durduğuna ilişkin nasıl bir kaygı algısına maruz ki, böyle bir cürete de maruz kalabiliyor?
Maruz mu kalıyor?
Böyle sorularım var.
Öte yandan CHP ise açıklamalarıyla iktidar açısından ‘kolay lokma’ olarak kalmayı istikrarla sürdürdüğünü adeta yeniden ispatladı. Merak ediyorum CHP’de hakikaten hiç mi bir şeyleri farklı okuyan tek yetkili yok. Hatta Cumhurbaşkanı muhalefeti şaşırtıp mağdur değil mağrurvari bir konuşma yapıyor. Muhalefet stratejiden bu derece uzak olunca iktidarın eli daha da güçleniyor ayrı konu.
Diğer yandan içeriğe konu olan diğer madde sarıklı amiral meselesi, son derece tuhaf ve rahatsız edici. TSK içinde de rahatsızlık duyulduğu aşikâr. Lakin görüntüler ortaya çıkar çıkmaz ve derhal daha sert tepki verilmeliydi. Çünkü görüntü son derece irite edici.
Bundan rahatsızlık duymak, dinini yaşamak isteyenlere karşı dışlayıcı bir tavır değil. İnanca karşı bir tutum da değil aksine bu başka bir şey. Bir TSK mensubunun tarikata bağlı olması ve emri aynı zamanda başka yerlerden alması gibi son derece endişe uyandırıcı ihtimaller! Düşünmesi bile ürkütücü. Bunun ne kadar büyük sıkıntı getirebileceği zaten 15 Temmuz gecesi net bir şekilde görüldü. Tarikat üyesi biri ordu içinde kabul edilemez.
Özetle, bu gündem özelinde liderlerden çok değişik ve tatmin edici bir açıklama duyduğumu söyleyemem. Herkes kendi ‘tarafının’ korkusundan konuşuyordu. Sert tepkiler değil, mesele bir vizyon ortaya koymak ve oku endişesi olanların kaygısını giderecek uzaklığa fırlatmaktı. Kimi açıklamaların arkasındaki oy kaygısı ve ruh halleri ise bizim açımızdan yazık bir vaziyet.