Yılda bir yaptırdığım genel sağlık kontrolünden sonra, hekim arkadaşımla sonuçlar hakkında oturmuş konuşuyorduk. Görünürde önemli bir sorunum yoktu, ama kimi zaman göğsümde bir baskı hissettiğimi, bir süre sonra geçtiğini anlatmıştım. Gülerek bunun üstünde durmamamı, günümüz ortamında aydın ve duyarlı her insanın benzer bir sorun yaşadığını, bunun genel bir huzursuzluğun, mutsuzluğun üstümüzdeki baskısı olduğunu söylemişti. Bu konuda yalnız olmadığıma göre, herhalde doğrudur diye düşünmüştüm. Sonradan şu soru aklıma takıldı: Gerçekten mutsuz muyum?
Günümüz koşulları ve toplumun geneline baktığımda, birey olarak mutsuz olmak için bir neden bulamadım. Ne sağlık, ne ekonomik ne de insan ilişkileri açısından… Seviyorum, sevildiğimi biliyorum. Önemli bir sıkıntıya sokacak, başkalarının olanaklarıyla kıyaslayacak ve bu nedenle beni baskılayacak tutkularım da yok. Herhalde diyorum, olumsuz çevre koşullarıyla birlikte diğer insanların hayata bakışları, genel sağlık ikliminin bozulmasına neden oluyor, dolayısıyla beni de etki alanı içine çekiyor. Belki de bu yüzden açıkça mutlu olduğumu söyleyemiyor, yalnızca mutsuz değilim, diyorum. Bu arada farkındalığım arttıkça huzursuzluğumun da çoğaldığını görüyorum. Sanki Demokles’ın kılıcı tepemde sallanıyor, her an başıma saplanacak kaygısını taşıyorum.
Bu güne değin mutlulukla ilgili sayısız kitap okudum. Kurgular, deneyimler, felsefi yaklaşımlar… Antik Çağ’dan bu yana düşünürler, hayatın anlamı ve amacı üstüne farklı görüşler ortaya koymuşlar, içlerinden büyük bir çoğunluğu da bunu mutlu olmakla özetlemişlerdir. Bir başka deyişle, mutlu olmak için yaşadığımız savının, bu konuda ağırlık kazandığını görüyorum.
Bir ömür boyu her türlü çabayı, hedefimizde farklı değerler olsa da, sonunda mutluluğa ulaşmak için harcadığımızı söyleyebilirim. Kazanmaya çalıştığımız maddesel değerler, elde etmeyi umduğumuz başarılar, peşinden koştuğumuz bir sevgili, üretmek istediğimiz eserler, planladığımız bir seyahat… Kısacası, yaptığımız her tür çalışma kadar, gerçekleştirmek istediğimiz hayaller mutluluğa ulaşmanın birer yolu gibi görünüyor. Varamasak da, sürekli bu yolda olarak…
Edip Cansever’in şu dizelerini anımsadım:
“Gölgen yok senin, ayak izlerin yok
Neden mi? acılar barınmamış ki sende
Mutluluk yok, mutsuzluk yok.”
Ünlü şairin söylediği gibi, mutluluk ve mutsuzluğa ancak arkamızda izler bırakarak ulaşabiliyoruz. Her iki duygunun ortak paydasının acı olduğunu unutmadan…
Son zamanlarda, hayatın her alanında ve her konumda bulunan insanların yakınmaları o denli çoğaldı ki, mutlu olduğunu söyleyen birini neredeyse mumla arayacağız. Bulsak belki onu kıskanacak, için için yargılayacak, belki de yalan söylediğini düşüneceğiz. Bu arada dinlediğim konuşmalarda, okuduğum yazılarda mutluluktan çok, mutsuzluk sözcüğünün ne yazık ki daha yoğun kullanıldığını görüyorum. Sanırım ben de bu nedenle mutluyum diyemiyor, onun yerine mutsuz olmadığımı söylüyorum.