Post-yapısalcı felsefenin en önde gelen düşünürlerinden Jacques Derrida’nın, özellikle Nietzsche ile Heidegger’in başlattıkları özgün eleştirel düşünce yolunu izleyerek, bütün bir batı felsefesi geleneğinin insan düşüncesinin sınırlarını zorlamak hatta çiğnemek pahasına geliştirilen bir kin kapsamlı eleştirel okuma olan ‘yapısökümü’ (deconstruction), ülkemizde, özellikle politik lisan olarak hiç mi hiç bilinmeyen bir biçemdir.
Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde geliştirdiği ‘yapısökümü’ felsefesiyle yepyeni bir düşünme olanağının kapılarını aralayan, post-yapısalcı felsefenin temellerindeki en önemli isimlerden olan Cezayir doğumlu Fransız felsefeci Jacques Derrida’nın, hemen bütün metinlerinde kendisini gösteren egemen düşünce, batı felsefesi geleneğinin yapısökümcü bakış açısı ile sorgulanmasıdır.
Bir ayrıma varılacaksa bu konuşma ile yazı arasındaki ayrımdır ve ancak ‘öteki’nin bir şiddet kullanılarak dışlanması yoluyla yapılabileceğinin vurgusunu yapan Derrida, ‘öteki’ne şiddet uygulanmasına ve dışlamaya hiçbir olanak tanımayacak yepyeni bir dil geliştirmiştir. ‘Bir dil’ olarak nitelendirdiğim bu yapının en belirgin özelliği, ayrımın bir etik ve siyasal sorumluluk anlayışını savunmasıdır. Derrida’nın yazılarında ele alınan felsefe sorunlarını tam olarak kavrayabilmek için, öncelikle Kant, Hegel, Marx, Nietzsche, Husserl, Heidegger, Levinas, Sausssure ve daha birçok filozofun düşünceleriyle haşır neşir olmak kaçınılmazdır.
Böyle bir alt okuma temeline sahip olmayış, Derrida’yı anlamaya çalışan okurlarını Derrida’nın metinlerindeki felsefe okyanuslarını izleyemediklerinden ötürü çok güç bir durumda bırakmaktadır. Derrida’ya göre yapısöküm bir okuma tekniği olmaktan çok ‘bütünüyle öteki’ olana yaklaşmanın, dolayısıyla da baştan olanaksız bir deneyimi ortaya çıkarmanın bir yoludur.
Bir ayrışmanın tam ortasında kalmaktan çok ‘öteki’ kavramını irdelemek bir dil olarak çıkar karşımıza Derrida’da. O kadar ki, ötekine savaş baltaları ile saldırmak yerine, neyi işaret ettiğimize dikkat etmemizin vurgusudur bir bakıma. Örneğin geleceği göstererek bir ‘açılım’ı işaret etmek, öncesinde ‘açılımın olmayışını’ işaret etmek anlamı taşımaktadır.
Hayatın her evresinde yapısöküm temelli düşünce ile karşılaşmamız mümkündür. Özellikle de ‘öteki’ne saldırırken. Etrafınızdaki en yaygın konulara bir bakın. Örneğin bir dönemin meşhur konusuna: ‘Kıbrıs Ağzı’ tartışmalarına. İşaret edilene inat ötekileştirme, kavramın her türden savunucusunu söylem şiddetine yöneltmiş. Bırakın tartışma alanı becerisini, ‘öteki’ kavramına saldırmanın sınırları zorlanmış. Üstelik savı olanların tümünün yaptığı da “Kendi ulusunu öne çıkararak değişik ırk ve uluslararasında düşmanlık yaratmayı amaçlayan ve bu yolda kışkırtmada bulunan aşırı bir akımın savunulmasıdır.” Oysa ‘öteki’ni yok edercesine bir düşünsel şiddet kullanarak saldırmak yerine bir Derrida klasiğine varmak en doğru seçenek olurdu.
“Ne o”, “ne o”. “Hem o”, “hem o”!
Bir de ‘öteki’ne şiddet uygulamadan, ‘hem o’, ‘hem o’ yaklaşımından bakmak lazım aslında. Kimsenin yapmadığı bir şey bu. Uzlaşı toplumu olma becerisi bu. Avrupalı düşünce yetisine sahip olma bilinci bu.
Birçok örnekte bu yapılsa, kendini entelektüel diye tanımlayarak en temel entelektüel felsefesi olan anti-ayrımcılık prensibine ters davranan entelektüellerimiz, kelimelerde kan ve gözyaşı bırakarak ‘öteki’ne düşünsel şiddet uygulamak yerine ‘empati’ denen kavramı, ağızlarının sarf malzemesi bir kelime yapmaktan öteye giderler, anlamına varırlardı.
Ama öyle olmuyor. Öyle olmadı. Dogmalara yenildi her savını savunan! ‘Öteki’ yine şiddete maruz kaldı ve dogmalar galip çıktı. Kimse kazanmadı.