“Adaletin hem yerine getirilmesi hem de yerine getirildiğinin görülmesi gerekir…”
Adolf Eichmann, 11 Nisan 1961’de, bundan 60 yıl önce, mahkeme karşısına çıkarıldı. Mahkeme heyeti üç yargıçtan oluşuyordu. Yargıçlar da, savcı da bağımsız Yahudi devletinin Holokost kurtulanı neslinin temsilcileriydi. Eichmann, Arjantin’e kaçarak, diğer Nazi suçlularının yargılandıkları Nürnberg mahkemeleri sürecini atlatmıştı. Ancak, işte şimdi Kudüs’te, bir İsrail mahkemesinin önünde, kendisine salınan 15 ayrı suçtan yargılanıyordu.
Kimdir Adolf Eichmann?
Adolf Eichmann yüksek rütbeli bir Nazi ve savaş suçlusuydu. Holokost zamanında, Nihai Çözümün devreye sokulması sürecinde önemli bir rol oynamıştı.
Adolf Eichmann, bir buçuk milyondan fazla Yahudi’nin önce gettolara, sonra da Alman işgalindeki Polonya’da ve Sovyetler Birliğindeki ölüm kamplarına gönderilmesini organize etmişti. Ocak 1942’deki Wansee Konferansında son şekli verilen Nihai Çözüm planları onun eseridir.
Adolf Eichmann savaş boyunca Yahudilerin nakli ile ilgili tüm lojistik işlerini en ufak detaylarına kadar planlar. Onların mal varlıklarına nasıl el konulacağının ve paylaştırılacağının kararını verir.
Adolf Eichmann, ayrıca, on binlerce Roman’ın akıbetinden de sorumluydu. Onların toplama kamplarına sevklerini ve sistemli şekilde yok edilmelerini organize eder.
Nazi mühendisliğinin yarattığı o mekanizma içinde, Eichmann’ın önemini tespit etmek ve tartışmaya açmak kolay değil. En küçük dişli dahi, öyle ya da böyle, görevini o denli eksiksiz yerine getirmişti ki!
Zorlu bir çocukluğun ardından zayıf bir eğitim hayatı ve nihayetinde yine başarısızlıklarla yoğrulmuş bir iş hayatı… Nasyonal Sosyalizme soluk verenlerin çok önemli bir kısmının ortak paydası şeklinde gelişen gençlik yılları sonunda, Eichmann kendini bu çarkın içinde buluyor.
Verdiği ifadelerden öğrenildiğine göre, geliştirdiği aidiyet duygusu o denli derin ki, “oyun bittiğinde” içinde ciddi bir boşluk hissetmiş. Kendini asla Yahudi düşmanı olarak tanımlanıyor. Hatta annesinin ailesinde Yahudilerin bulunduğunu, kendilerine çok sempati ile baktığını bile ifade ediyor. Hele Siyonistlerin kişiliğinde, “Yahudi geleceğine kalıcı çözüm bulmaya çalışan insanlar” bulduğunu ve onları kendisine yakın hissettiğini söylüyor…
Sorgusu esnasında Herzl’i okuduğunu ve etkilendiğini belirtiyor. Buradan hareketle, kendisini aklını meşgul eden Yahudi sorununa çözüm arama yolculuğunda bulduğunu söylüyor. Savunmasından bir alıntı ile, “Yahudilerin üzerinde duracakları sağlam bir zemin hazırlamak” istiyor aslında. Bu arayışın, Hitler’in Yahudilerin imhasını emretmesi ile değişik bir hal aldığını da ekliyor. Wansee’de başlayan süreç önceleri kendisini dehşete düşürüyor… Ancak daha sonra, dönen çarkın içinde, yaşananlara ve yaşanacaklara tutarlı bir hikaye buluyor. “Führer’in iradesi mevcut yasal düzenin merkezidir…” diyor… Dolayısı ile bunu sorgulamak mümkün değildir.
Düşünür Hannah Arendt’in, Eichmann davasını konu aldığı ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ adlı kitabında yaptığı çarpıcı bir tespiti paylaşmadan geçmek olmaz.
Arendt, adım adım incelediği, Yahudilerin sürülmeleri ile başlayan, toplanmaları ile devam eden ve sonunda yok edilmelerine dek uzanan dönemi mercek altına alıyor… Ve insanın nasıl canavarlaşabileceğini, uzun yıllar iç içe yaşadığı ancak zamanla ötekileştirdiklerine nasıl artan bir zulüm tattırabileceğini – tıpkı olayların o zaman geliştiği şekli ile – sıradanlaştırılmış bir şekilde yayıyor masanın üzerine…
Soykırımın bir oyunmuş gibi algılandığına ve Nazilerin olayı kendi aralarında adeta bir komediye indirgediklerine tanık olunuyor, davada. Bu tüyler ürpertici gelişme zaten kitabın başlığını oluşturuyor… ‘Kötülüğün Sıradanlığı…’ Kanıksanmış bir katliam… Yahudi isminin basit bir rakamlar zincirine mahkum edildiği bir ortam… Alışılmışların tekrarlandığı, her tekrarda binlerce insanın yaşamdan koparıldığı bir oyun.
Hukuksuz bir dönemi adalet terazisinde değerlendirmek zordur. 1935’in ırkçı kanunları çerçevesinde Yahudilerin toplumdan tecrit edilmeleri, her açıdan kısıtlanmaları, zoraki alıkonmaları, hukuk tarafından meşru sayılan bir durum haline getirilmişti.
Sessizlik, tekdüze düşüncenin toplumdaki egemenliği, siyasi rejimin Yahudi düşmanlığını halka “Ari ırkın tek varoluş ilkesi” olarak dayatması ile, zamandan ve mekandan bağımsız görülegelen antisemitizmin toptan yok etme seviyesine evrilmesi kaçınılmaz bir süreci tetikler.
Özgürlükle el ele seyreden adalet için, üzerinde tahrifat yapılmamış hukuk için, yaşanan, Yahudilerin ve benzer nefretle yok edilen milyonların nesne oldukları, bir insanlık suçudur. Unutulmamalıdır ki, Adolf’lar her zaman ortaya çıkabilir, benzer olaylar her zaman yaşanabilir.