Bu hafta kendime pandemiyle alakalı yazmayacağım konusunda söz verdim. Birazdan okuyacağınız yazıda COVID, pandemi, aşı, maske kelimelerinin geçmeyeceğine söz veriyorum. Maalesef bu sözüm sadece bu hafta içi geçerli, zira ismi lazım olmayan bu konu uzun süre daha gündemde kalacağa benziyor.
***
Geçtiğimiz hafta sonu tavsiye üzerine zaten seyretmek üzere önceden de Netflix listeme eklediğim Vespa’nın icadı ve kurucusunun yaşamını ele alan ‘Enrico Piaggio – Bir İtalyan Rüyası’ filmini izledim. Uzun zamandır seyrettiğim en akıcı ve en keyifle izlediğim filmlerden biriydi. Enrico Piaggio’nun yaşamından uyarlanmış, gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenerek film edilmiş olduğundan daha da ilgiyle seyrettim. Henüz seyretmemiş olanlar için, aynı keyfi alabilmeleri için film hakkında fazla detay vermek istemiyorum. Piaggio’nun vizyonu, Vespa’nın mucidi olduğu, sanayici olduğu zaten film başlığından anlaşılan bir bilgi. Bir de filmin ilk sahnelerinden birinde, Piaggio’nun reklam işlerinden sorumlu sağ kolu Susa’nın Vespa’yı tanıtmak için 1950’ler için çok yenilikçi bir fikri ele alınıyor. Vespa’yı bir Hollywood filminde Amerikalı oyuncular kullanırken göstermek, yani günümüzdeki adıyla ürün yerleştirme…
***
Ürün yerleştirme günümüzde sıkça kullanılan bir pazarlama tekniği. Ürün bir filme veya diziye senaryonun bir parçası olarak yerleştiriliyor, aktör veya aktris ürünü kullanıyor. Reklam yapılmadan reklam yapılmış, nihai tüketicinin kafasında o ürünün algısı oluşturulmuş oluyor. Akıllıca yapıldığında çok etkili bir pazarlama tekniği. Günümüzde neredeyse her filmde ve dizide ürün yerleştirme yapılıyor. Bazılarında filmin veya dizinin konseptine çok uygun; örneğin bir James Bond filminde son model bir spor araba “kötü adamları” yakalamak için kullanıldığında arabanın estetiği, çekiş gücü, yağmur, çamur, taş, toprak demeden neredeyse uçup hedefe ulaşması zihinlere kazınıyor. Hatta kötüler bir marka, iyiler başka bir marka araba kullanıyor. İkisi de dünyanın en ünlü araba markalarının çok iyi modelleri oluyor. Aksiyon filminin içindeki hareketlilikle farkında olmadan beynimize kazınıyor. Bazı dizilerde de akıllıca kullanıldığında hedef atışı oluyor; örneğin Sex and the City’de Manhattan’da yaşayan, kendi paralarını kazanan çalışkan ve kariyer sahibi dört kadın en ünlü giyim mağazalarının kıyafetlerini, en pahalı çantaları, en yeni model ayakkabı markalarını kullanıyor ve hiç göze batmıyor, adeta akıyor. Ancak bazı dizilerde, özellikle de yerli dizilerde ürün yerleştirme çok manasız olarak kullanılıyor. Ağzına belki on senedir beyaz ekmek sürmediği belli olan bir oyuncu, salonda televizyon seyrederken bir paketli gıda markasından cips benzeri sağlıksız bir hazır gıda yiyebiliyor. Üstelik çok şık bir evde ve o paketinden çıkarıp bir kâseye bile dökmeden… Dizide fönsüz saçla bir dakika bile sahnesi olmayan bir kadın, duşa girip bir şampuana bolca zoom yapıp “saçımı hızlıca yıkadım, çıktım” yapabiliyor ama saç yine fönlü ve maşalı, inandırıcılıktan çok uzak. Roman Holiday filminde ise Vespa romantizmin bir simgesi gibi, bir hoşluk, bir yenilik. Göze sokmadan göze giriyor. Ürün yerleştirme akıllıca yapıldığında çok güzel. Göze sokmakla ürün yerleşmiyor, sakil duruyor. Olmuyor…