Şubat ayının sonlarında ajanslara oldukça ilginç bir haber düştü:
Alessandro Arlotti, İtalyan futbolunun gelecek vadeden gençlerinden biriydi. 18 yaşındaki forvet AS Monaco altyapısında yetişmişti ve şimdiden İtalya’nın önümüzdeki yıllardaki en önemli birkaç yıldız adayından biri olarak lanse ediliyordu. Monaco genç takımındaki performansıyla ilk transferini yapmıştı bile. Bu yaz İtalyan İkinci Ligi’nin önemli ekiplerinden biri olan Pescara ile sözleşme imzalamıştı. Aynı zamanda İtalya U-18 Milli Futbol Takımı’nın da vazgeçilmez bir oyuncusuydu.
Sonra Arlotti’nin hayatında çok önemli bir gelişme oldu: Amerika’nın en önemli üniversitelerinden biri olan Harvard’a kabul edildi.
Büyük bir gelecek vadeden spor kariyeri ve Harvard Üniversitesi arasında bir seçim yapması gerekiyordu. Arlotti yaptığı seçimi şu cümlelerle anlatıyor:
“Harvard’ın mektubunu alır almaz profesyonel futbol hayatımı sona erdirip üniversiteye gitme kararını vermiştim. Bana etraflıca düşünmemi, bu seçimi yapmamam gerektiğini söyleyen birçok kişiden çok sayıda mesaj aldım. Takım arkadaşlarımın, koçların yanı sıra Instagram'dan bana mesaj gönderen tanımadığım çok fazla kişi var. Bana katılmadıklarını söylüyorlar ancak onlara bunu açıklamaya çalışıyorum” dedi.
Aslında Arlotti’nin bu kararı vermesinde en büyük etken (yine) eski bir profesyonel futbolcu olan (daha önce Cannes ve Monaco’da profesyonel olarak futbol oynamış) ve şu anda (yine) ABD’nin prestijli üniversitelerinden biri olan Boston Üniversitesinde ekonomi okuyan ağabeyi Gianluca olmuş.
Gerçi Arlotti, tam anlamıyla kramponlarını asmayacak. Daily Star gazetesinin haberine göre gelecek vadeden yıldız Harvard Crimson adlı üniversite takımının forvet oyuncusu olarak NCAA’de (National Collegiate Athletic Association) forma giyecek.
Bilindiği üzere Amerika’da gelecek vadeden atletlerin burslu okuma imkânı çok yaygın. Üniversite öğrencileri okul adına yaptıkları sportif faaliyetlerden para kazanmıyor ama okullar onlara ciddi miktarda burs imkânı sağlıyor. Bu şekilde Amerikan üniversiteleri, tüm dünyadan öğrenciler için iyi bir eğitim yeri olmanın yanında sportif kariyer noktasında da cazibe merkezi konumunda bulunuyor.
Avrupa’da ise (Rusya ve Macaristan gibi özellikle Olimpik sporları akademi ile sınırlı ölçüde de olsa harmanlayan bir eğitim sistemini kurabilmiş ülkeleri saymaz isek) maalesef bu sistem yok gibi diyebiliriz.
Bugün dünyada eğitim ve spor yan yana nasıl gider sorusunun yanıtını gerçek anlamda ABD’den başka verebilen bir ülke yok. Yıllardır güçlü kurumları ve sistemleri sayesinde dünyanın hem beyin gücünü hem de bilek gücünü kendi bünyelerine katmayı ve akabinde ülke içinde tutmayı başarabiliyorlar.
İnsan yapısı her sistem birbirine bağlıdır. Bu ister ekonomi, ister bilim, isterse spor olsun. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri yakın zamanda gücünü Çin’e kaybedecek diyenlere hiç katılmadığımı belirtmek isterim. Zira esas güç, düşüncenin özgürce üretilebilmesinde yatar. Görünen o ki dünyanın beyin ve bilek gücünü bir mıknatıs gibi kendine çeken ABD bu sırrı yıllardır biliyor, sürekli geliştiriyor ve rakipsiz bir şekilde uyguluyor.