'Özgürlüğün içindeki egoizm'

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
28 Nisan 2021 Çarşamba

Yurt dışında yaşayan bir dostum, telefon konuşmamızda, “Bu hafta artık COVID’le ilgili yazma; elbise gibi üstüne yapıştı, sıyrıl biraz” dedi.

Konuşmak kolay tabii, ama söylediklerinde doğruluk payı çok. Alınan ciddi önlemler gereği, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını üç gün süreyle evde kapalı geçirdik. Eşimle ‘çocuklar kadar şendik’. Su damacanası getiren eleman ve sabahları gazete bırakan apartman görevlisinden başka kapı zilini çalan olmadı. Böylece çekirdek aile misali, sakin bir kutlama yaşadık.

***

Şimdilerde güncel kalıp, her gün moralim bozulacağına, daha az ‘entel’ olmayı tercih ediyorum. Artık bilgi kirliliği yayan televizyon kanalları yerine doğa yürüyüşleri, hayvanlar âlemi, bilinmeyen ülkeler gibi programları izlemeyi yeğliyorum. En azından görsel/zihinsel açıdan aydınlanıyorum.

Gazeteler için de aynı prensibi uyguluyorum. Hangi sayfada ne bulacağımı bildiğim gasp, taciz, gelir eşitsizliği gibi çözüm getirmeyen haberleri okumaktansa hafta sonu eklerini inceliyorum. ‘Cemiyet haberleri’ başlığı altında, bol resimli, dedikodu sayfasının yanı sıra tahminimin üstünde ilginç konularla ufkum genişliyor.

***

Zeytinburnu’nda surların yanında bulunan Osmanlı döneminin tarihi yapılarından Fişekhane restore edilerek bir kültür/sanat merkezine dönüştürüldü. Fabrika-i Hümayun adıyla 1846’da demir fabrikası olarak açılan, ardından fişek ve ordunun ihtiyacı metal aksamlar üreten mekân, Cumhuriyet sonrası Tank Bakım Fabrikası olarak 2010’a kadar faaliyet gösterdi.

Tarihi alanlarda inşa edilen ilk yapı niteliği taşıyan Fişekhane, gastronomi dâhil, farklı sosyal yaşam alanlarıyla şehre bir canlılık katıyor.

Bu bilgiyi de Milliyet’in pazar günleri gazete ile birlikte verdiği ‘mimarlık’ ekinden öğrendim. Kısacası hafta sonu ilaveleri, sadece magazin ağırlıklı değil.

***

Markar Nazaryan’la uzun yıllar yazları Büyükada’da komşuyduk. Alpaslan’da karşılıklı evlerde, o annesi, ağabeyi Berç ve nadiren rastladığımız babasıyla, ben de annem, babam ve kardeşimle yaşadık. Gençlik günlerimizdi. Mesafeli de olsa sıcak bir dostluğumuz vardı. Uzun boylu, esmer, çok yakışıklı bir delikanlıydı Markar. Gözlerinin içi hep güler, üstünden inmediği bisikletiyle akrobasiler yapmaya bayılır, balkondan ‘dikkat et’ diye Rumca seslenen annesine el sallayıp, rüzgâr hızıyla devam ederdi.

İyi bir sporcuydu, yumuşacık da bir kalbi vardı. Yapılı görüntüsünün altında hep bir çocuk ruhu taşıdı. Damarına basılıp, sükûnetini kaybettiği zamanlarda, yükselen sesi sanki göğe ulaşırdı.

Çevresinde hep güzel kızlar/kadınlar oldu. Güzellikleri yaşamak için doğmuştu sanki…

 Ada’da herkesin bir birini kolladığı günleri paylaştık.

Markar, iş yaşamını, babası Hayko Nazaryan’ın ayakkabı dükkânlarında sürdürdü. İşçiliği ile ünlü, ayakkabıda burun/topuk dengesini doğru yapan, son nesil temsilcilerindendi Nazaryan. Onca çeşidi arasında kış vakti dâhil, gelinler için beyaz ayakkabı bulundururdu. Sadık müşteri kitlesi vardı. Zaten kalıplarının rahatlığına alışan, başka yere gitmezdi.

Ailedeki kayıplar ve şartlar gereği, müessese ile birlikte bir devir kapandı.

Bu süreçte evlenip Alpaslan’dan taşınmıştım. Markar ise Maden’deki evine yerleşmişti. Kendisine sık sık boynunda havlusu Ada turunu koşarak yaparken rastlardık. Sonraları izini kaybettim. Melun hastalığa yakalanmıştı. Evlenip aile kurma sorumluluğu taşıyamayacağını, ancak her kararın bir bedeli olduğunu da dürüstçe ifşa ederdi.

Uzun ve zorlu geçen rahatsızlığı süresince, ‘Doygunluğun Durgunluğu’ adını koyduğu bir günlük tuttu. Yazılarını da Facebook’ta paylaştı. Bu denli duru, cesur ve ‘bilge’ diyebileceğim satırlarla karşılaşacağımı düşünemezdim. İçeriğinde pişmanlık yoktu. Ama, artık martı seslerini duyamayacağının da bilincindeydi. Söylediği bir cümle yaşamını, hatta yaşamımızı özetledi; özgürlüğün içinde az da olsa egoizm vardır…

Mekânı cennet olsun.

Sağlıkla kalın.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün