Futbolda öyle bir süreci geride bıraktık ki; birçoğumuz daha önce hiç yaşamadığı tecrübeleri tatmak üzereydi. Bir önceki pazar gecesini pazartesi sabahına bağlayan saatlerde Avrupa futbolunun önde gelen 12 kulübü yeni bir oluşum başlattıklarını açıklamış, bundan böyle kendi aralarında bir lig oluşturmak istediklerini duyurmuşlardı. Gece yarısı bildirisiyle ortalığı birbirine katan kulüpler, Avrupa futbolunun yürütme organı UEFA’yı zorda bırakmıştı. Öyle ki, yıllardan beri bu kurumun düzenlediği turnuvalar sayesinde gelirlerine gelir katan kulüpler, bir anda düzene sırt çevirip kalkışma yapmıştı. Ancak atladıkları bir nokta vardı; taraftarlar…
Pandemi koşulları nedeniyle her ne kadar statlardan bir yılı aşkın süredir uzak kalsalar da, kulüplerin çimentosu olan taraftara sormadan, onların gönlünü almadan bu projenin başarıya ulaşması mümkün değildi. Ki olmadı da… Başta İngiliz taraftarlar, kulüp yönetimlerinin kendi başlarına aldıkları bu inisiyatifi hoş karşılamadı. Takım otobüslerinin önünü kesti, ‘Avrupa Süper Ligi’ adı verilen söz konusu projeyi eleştiren afişleri statların önüne astı ve demokratik tüm protesto yöntemlerini hayata geçireceklerini dile getirdi. Tepki sadece taraftarla sınırlı kalmadı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve İngiltere Kraliyet Ailesi’nden Prens William, ‘Avrupa Süper Ligi’ oluşumunun yaratacağı sorunlara dikkat çekip, hatadan dönülmesi “tavsiyesinde” bulundu. Üst üste gelen tepkilerin ardından, önce İngiliz ve ardından İtalyan kulüpleri projeden çıktıklarını açıkladı. Bu noktada Alman ve Fransız kulüplerinin hiçbirinin başından beri Avrupa Süper Ligi’ne katılmadıklarını hatırlatmak gerek. 48 saatte söndürülebilen yangında, Real Madrid ve Barcelona dışındaki kulüpler canlarını ve mallarını kurtarmayı başarırken, bu iki İspanyol kulübü; projenin şimdilik rafa kalktığını ancak ilerleyen yıllarda uygulanmasının şart olduğunu duyurmuştu.
Yazıya başlarken de dikkat çektiğim üzere futbolda öyle bir süreç geride kaldı ki; UEFA da bu oluşuma karşı kendisini koruduğu saatlerde, kıta futbolunun kulüpler bazındaki en önemli turnuvası Şampiyonlar Ligi’nin formatını değiştirdiğini açıkladı. 2024’ten sonra hayata geçecek formatta, turnuvaya daha çok takımın katılması ve daha çok maçın oynanması kararlaştırıldı. Dönüp dolaşıp yine aynı yere geliyoruz. Hem Avrupa’nın önde gelen 12 kulübünün eski köye yeni adet getirerek önerdikleri Avrupa Süper Ligi projesinin hem de UEFA’nın ilerleyen yıllarda Şampiyonlar Ligi’nde mücadele edecek takım sayısını artırmasının tek bir sebebi var… Para…
Koronavirüs salgını nedeniyle tribün gelirleri başta olmak üzere birçok kalemde finansal kayba uğrayan kulüplerin de, bu kulüpleri de bir türlü memnun edemeyen UEFA’nın da tek gayesi; pastayı büyütmek… Aksi halde pastanın başında elinde tabakla bir dilim bekleyen kulüpler çöküşün eşiğinde… Küresel olarak zor günlerin içinden geçilirken, kapitalist düzenin sancıları daha çok yaşanıyor hiç kuşku yok ki… Daha çok para için daha çok maça çıkmak zorunda kalacak futbolcular, daha çok maça ödeme yapmak zorunda bırakılacak taraftarlar, daha konforlu statlar, daha büyük olanaklar, daha, daha ve daha…
Konunun başına dönecek olursak, ne Avrupa Süper Ligi oluşumunu kuran ve kurduğu gibi yenilgiye uğrayan kulüpler, ne de Şampiyonlar Ligi’nin yeni formatı sayesinde daha çok maç oynama olasılığını doğurtan UEFA, futbolcuların ve taraftarların görüşünü, gönlünü ve onayını almadı. Nitekim maç sayısı nedeniyle bunalan futbolcular ve boğulan taraftarlar, çocukluklarında vuruldukları bu sporla bağlarını daha önce hiç olmadığı kadar koparmak üzere…
Peki futbol nereye?.. Bu noktada Avrupa Süper Ligi oluşumunun kurucusu, Real Madrid Başkanı Florentino Perez’in “Gençler sıkılırsa maçların süresini de kısaltırız” şeklindeki açıklamasını zihnin bir köşesinde tutmak gerek… Öyle ya, iki dakikalık bir video görüntüsünü bile artık atlaya atlaya izliyorsak, sürekli duran, temponun ve adrenalinin birçok maçta düşük kaldığı bir sporu neden 90 dakika izleyelim ki?.. Hakikaten de, futbol nereye?..