Bu yazıyı kaleme aldığım gün, kendi kendimizi eve kapatalı tam bir yıl ve bir ay doldu. Çocuklarımızı, torunlarımızı kucaklamadan geçen 13 ay, dile kolay! Alıştık mı? Yanıtlaması zor bir soru. Aklıma bir ‘gaslighting’ durumu gelmiyor değil. Hani erkeğin odadaki gaz lambasının ışığını her gün biraz daha karartırken “her şey normal, ortalık gayet aydınlık” diyerek kadında yanlış algılar yaratması durumu... Ben de yeni yaşam tarzımıza alışmaya çalışırken zaman zaman şüpheye düşmüyor değilim. Acaba bize de mi ‘gaslighting’ uygulanıyor?
Bilmeyenler için kısaca açıklayayım: Psikolojide Gaslighting terimi, adını aslında 1938’de oynanan bir tiyatro oyunundan almış. Oyunun erkek kahramanı, eşinin delirdiğine ikna olması için çeşitli manipülasyonlara başvurur. Sonunda kadın kendi aklından şüpheye düşer. Gaslighting deyimi de kaynağını bu oyundan alan bir psikolojik manipülasyon ve taciz yöntemiymiş. Çeşitli yalanlar ve yaratılan yanlış algı sonucunda kurban en nihayetinde kendi akıl sağlığını sorgulamaya başlar.
Sakın yanlış anlaşılmasın, bir tanecik eşime gaslighting uygulamak aklımın ucundan bile geçmedi! Evet, bu 13 ay boyunca 50 yıla yaklaşan evlilik yaşantımızın toplamında olmadığı kadar uzun süre birlikte olduk. Baş başa geçirdiğimiz bu uzunca zaman dilimi, birbirimizi çok daha iyi tanıyıp anlamamıza yaradı. Artık o leb demeden ben leblebiyi anlıyorum. Sevgili karım ise bu dalda iyice uzmanlaştı, ne söylemek istediğimi önceden biliyor, ben daha leb bile diyemeden lafı ağzıma tıkmayı başarıyor! Üstelik çok sayıda farklı ‘leb’ kullanıyor. Örneğin tatlı ve yumuşak bir leb “Bu akşam ne yiyelim?” sorusudur... Daha vurgulu ve tok bir leb, “Yine aklından neler geçiyor?” anlamına gelir. Hayret etmemek mümkün değil çünkü ne zaman bir şey düşünmeye kalksam hemen o leb’i yapıştırıyor! Bazı leb’lere mimikleri eşlik ettiğinden neden söz ettiğini anlamam daha kolay olur. Örneğin bulaşık makinasına bakarak leb dediğinde, makinayı ne zaman boşaltacağımı soruyordur... Öte yandan bütün leb’lerin ardında soru işareti olmayabiliyor. Kimini üç nokta, kiminiyse ünlem işareti takip eder. Hadi bunlara da birer güzel örnek vererek konuyu burada noktalayalım. “Televizyonda güzel bir film bul da izleyelim” için üç noktalı bir leb... “Sabahtan beri oturuyorsun, kalk biraz yürü artık!” komutu içinse tek ünlemli bir “Leb!” yeterlidir.
Evde yürümek, yine bu pandemi sürecinde edindiğimiz güzel ve yararlı bir alışkanlık. Sevgili eşim bir başıma odadan odaya volta atarken sıkılmamam için ilginç bir yöntem buldu. Elime elektrikli süpürgeyi tutuşturuyor. Böylelikle bir taşla iki kuş vuruyoruz. Hem evimiz temizleniyor hem de yürüyüş arkadaşımın sesinden şikayetçi olmuyorum. Oysa oldum olası elektrikli süpürgemizin sesinden nefret etmişimdir. Odama kapanmış bir şeyler yazıp çizerken ya da kitap okuduğumda evin içindeki bu hiç sonlanmayacakmış gibi gelen korkunç vuuuuvvv sesine tahammül edemem! Fakat itiraf etmem gerekirse, onunla birlikte evi dolaştığımızda sesini hiç duymuyorum, hatta onun tatlı vuvultusu sayesinde derin düşüncülere bile dalabiliyorum. Ta ki sevgili karıcığım yeniden leb diyene kadar...
Bazı leb’lerin siyasi karşılıkları da olmuyor değil. Örneğin başımıza gelen pandemi dahil her türlü musibetin sorumluları siyasetçiler. Bunda mutabıkız. Ama hangi siyasetçiler? Karıma göre tabii ki cinsiyeti erkek olanlar! Şayet bugün dünyayı kadınlar yönetiyor olsaydı, ne pandemi kalırdı ne de kanlı savaşlar çıkardı! Örnekleri de sıralıyor. Listesinin başında Yeni Zelanda var, “Başbakanı kadın, bak vaka sayısına!” Tayvan sırada ikinci... Ardından Finlandiya’yı, Danimarka’yı, Hırvatistan’ı, Almanya’yı falan sayıyor. “Bu ülkelere bak, nasıl da iyi durumdalar. Çünkü yöneticileri kadın! Sen tarihte hiç savaşçı kadın başkan duydun mu?”
Artemisia, Katerina, Golda Meir falan diyeceğim ama daha ağzımı açmadan “leb” diye girişiyor! Anlamı, “Ne söyleyeceğini biliyorum, yine saçma sapan uç örnekler göstereceksin!” Bu durumda tartışmayı sürdürmek anlamsız; susmak daha sağlıklı. Fakat gelin görün ki bu kez her zamanki kışkırtıcı ‘leb’ geliyor: “Susuyorsun çünkü haksız olduğunu biliyorsun!” Ne demiş büyüklerimiz, son ‘leb’ daima kadınındır!
Bu arada merak ediyorsanız, henüz kendi akıl sağlığımı sorgulamaya başlamadım. Tam aksine, şartlar biraz zorlasa da mevcut durumla uyum içindeyim. Hatta alıştım diyebilirim. Yeni meşgaleler edindim. Evdeki boş zamanlarımı Fransızların ‘bricolage’ dedikleri çeşitli tamirat işleriyle değerlendiriyorum. Geçen hafta evin bütün ampullerini değiştirdim. Yenileri daha düşük Watt’lı. Böylece elektrik faturasından tasarruf etmiş olacağız. Karım dün gece “Evin içi biraz karanlık değil mi?” diye sordu. “Leb” diyerek başımı salladım, “Her şey normal, ortalık gayet aydınlık” anlamında...