Varlık gösteren hepimiz zaten birey olarak hayatın içinde az ya da çoğuz.
Varoluşuma azınlık tanımı yapıştırarak beni neden bütünün dışına koyuyor ki bu fikir?
Bu düşünceyi çok arkaik buluyorum. Tanımların taşa yazıldığını sanmıyorum. Hepsi önce bizim içimizden geçiyor.
Türkiye özellikle senelerdir kendi içinde yaşayan ve dini inancı farklı olan vatandaşlarına azınlık demeyi ve ‘kendisi’ dışındakilere ‘çoğunluk’ penceresinden bakmayı bırakmalı. Türkiye gözlük değiştirme noktasında. Farkında mı?
Peki, kimi acılar ne olacak? Herkes onları yaşanmamış gibi unutsun, gömsün, bastırsın mı?
Kesinlikle ortaya dökülsün. Ki hiçbir şey karanlıkta sıkışarak büyümesin.
Ama herkesin özellikle de Türkiye’de azınlık tanımıyla yaşayan insanların her vakit cesaretle seslerini yükseltmeleri mümkün olamıyor. Size en güzel örneğini anlatayım. Struma anması için Clubhouse’da bir yayın açmıştım. Katılan herkes fikrini anlatıyordu. Kimileri ilk defa duymuş şaşkındı, kimileri çok detaylı biliyordu. Kimileri kesinlikle Türkiye’nin suçu sorumluluğu olmadığının altını çiziyordu. Amaç sorumlu ve suçlu aramak, birilerini fikren kovalayarak hırpalamak değildi. Hiç değildi.
Hayatını kaybeden yüzlerce insanı anmak, yaşanan acılara farklı yerlerden bakarak anlam kazandırmak mümkünse acıyı/acını görüyorum diyebilmekti, hepsi bu. Çünkü görülmeyenin büyüdüğü, kocaman öfkelere dönüştüğü hikayelerimiz var bizim. Hepsi sadece görülmek ve duyulmak istiyor. Suçlamak değil.
Elbette bir devlet ve onu yönetenler kasten çeşitli kötülüklere imza atacak değil. Böyle bir suç kimsenin sırtına yüklenemez. Lakin devletleri de yöneten insanlar olduğu için, insan hata yapabilir, bazen doğru sandığı kararları yıllar sonra hata da olabilir. Bu gerçek. Ve bu gerçekle yaşayabilen insanların sorumluluk alması ise en büyük ihtiyaç…
Neyse bizim yayının sonunda katılımcılardan biri öyle büyük laflar etti ki, o vakit kan beynime sıçradı. Adam resmen ‘çoğunluk ağzıyla’ Clubhouse anma yayınına katılanları tehdit etti ve adeta sopa gösterdi. Kendimi hırpalanmış hissettim. Sanki eve misafir çağırmıştım ve sonradan çat kapı gelen biri, bütün misafirlere hakaret etmiş ve her şey benim evimde olmuş gibi berbat bir histi. Saygısızlığa zerre tahammülüm olmadığını beni yakından tanıyanlar çok iyi bilir. Ben elbette adamı söylediklerine pişman ettim. Ve onun tüm tezlerini çürüterek yaptığı ayrımcılığa müsaade etmedim. Fakat konu bir kişi, beş kişi değil ki. Bariz bir anlayış var değişmeyen. Ve işin kötü yanı buraya bakılmıyor da.
Türkiye’nin adına ‘azınlık’ diyecekseniz net bir politikası var mı? Ben soruyorum.
Çünkü Ermeni meselesinde gördük. Amerika’dan gelen soykırım açıklaması şimşek etkisi yarattı. Bizzat yayındaydım herkes afallamış gibi ne diyeceğini düşünüyordu kara kara. O vesile “Bu kabul edilemez, yanlış” açıklamalarından öte gidilemedi. Ya da bir ergen edasıyla “Onlar da kızılderilileri katletti” şeklindeki beyanlar aslında tekrar edilmiş oldu.
Amerika’nın açıklaması ise bana göre hem fazla hem eksikti. Öyle kelimeler vardı ki tuhaftır Türkçe çevirisi daha yumuşaktı. Ben İngilizce orijinal metni okurken gözlerim yuvalarından çıktı. Biden resmen 1,5 milyon Ermeni’yi ülkeden yollayarak ya da öldürerek imha etmişsiniz yazmış. Yetmemiş zulmetmişsiniz bir de üstüne bu hikâyeyi tarihte kaybetmeye çalışmışsınız türünde ifadeler var. Şimdi elbette bir şeyi nasıl okuduğunuza bağlı. Düz okursanız anlamı göremezsiniz fakat Amerika’nın resmi dili bu konuda çok iyidir. Size öyle bir mektup yazar ki ilk okuduğunuzda bize teşekkür ediyorlar galiba dersiniz, oysa mektupta sizin canınıza okunuyordur. Bu dili herhalde birileri görüyordur okurken. Ne yazdığı ile ne anlattığı arasındaki nüansları. Amerika’nın kimi ifadeleri çok çok fazla.
Öte yandan eksik olan yanı ise; evet bir takım acılar yaşandığı malum. Fakat bu acılar tek taraflı olmadı. Türkiye de bu acıların bir parçasıydı. Ve o acılar görülmemiş, onurlandırılmamış eksik bırakılmış oldu.
Elbette yaşadığı ülkesini kaybedenin acıları görülmeye değer lakin hayatını kaybedip, uğruna savaştığı ailesinden olanların da acıları görülmeye değerdir. O yüzden amaç tarihin sayfalarındaki insanlara bu hakkı teslim etmek ise bunu adil bir şekilde yapmak başka vicdanlarda yeni yaralar açmazdı.
Alman psikoterapist Bert Hellinger’in çok güzel bir sorusu vardı. “Savaşta Tanrı kimin yanında yer alır?”
Buna bir cevabı olan varsa eminim birçok meseleyi de açıklar belki.
Son olarak, Türkiye’nin ‘azınlık’ çatısı altında gördüğü vatandaşlarına çoğunluk perspektiften bakmayı bırakması ve Nihal Atsız anlayışının tarihte kalması benim temennim.