Yine dünyadan ayrıştığımız bir noktadayız. Pandemi süreci birçok ülkede yavaş yavaş sona ererken, tedbirler kademeli olarak kaldırılırken, Türkiye ve Hindistan, pandeminin merkezi haline geldiler.
Bu ayrışma tehlikeli. Zira dünya açılırken biz hâlâ pandemi önlemlerinin nasıl olacağını tartışıyoruz. Tam kapanma adı altında 18 günlük bir kapanmayı yaşarken, sokakların dolu olmasına, trafikte araçların adım adım gitmesine şaşırıyoruz. Oysa bu pandemi döneminde gördüğümüz tam kapanma böyle bir şey değildi diye hafızamız sürekli bize geri bildirim gönderiyor.
Tüm dünyada kapanma dönemlerinde günlük hayatın devamı adına öncelikli sektörlerin belirlenmiş olması normal. Ancak bizde o kadar çok istisna mevcut ki, tam kapanma adı altında aslında bir normalleşme yaşanıyor.
Artık ilkokuldaki çocuklarımız dahi biliyor ki, evde oturuyorsak bu daha az test yapılsın ve sonucunda skora yansıyan vaka rakamları düşük çıksın diye olmaz. Evlere kapanmanın iki önemli gerekliliği var: Birincisi ve en önemlisi ‘aşı’! Aşıyı temin edememişken evlere kapadığımız insanlar, kapanma süresi bitince yine birer potansiyel hasta olarak sokaklarda gezecek. İkincisi ise evde otur dediğimiz insanın evde kaldığı süre boyunca kaybettiği gelirin sağlanması. Bu da yok. O zaman soru basit. Neden evlerimizde oturuyoruz?
Oysa devlet vatandaşının ihtiyaç duyduğu aşıyı temin etmek zorunda. “Telefonla konuşmuştum ama sözlerini tutmadılar, kendi halkını aşılıyorlar” diye bir savunma olamaz. O zaman neden başka alternatifleri düşünemediniz? Bazı ülkeler bırakın bu seneyi, önümüzdeki sene ihtiyaç duydukları aşının anlaşmasını bugünden yaptı/ yapıyor. “Biz neden yapamadık?” diye ister istemez soruyor insan. Paramız mı yok? Bence bu ihtimal dışında. Çünkü ülkenin bu pandemi şartlarında, tam da uluslararası hukukta mücbir sebep sayılacak şartlar mevcutken, havaalanı işleticilerinden alacağı olan tutarı erteliyorsak, geçiş garantisi verdiğimiz köprü ve otoyolların garanti ücretlerini yine mücbir sebebe rağmen aksatmadan ödüyorsak, ülkenin parası yok diyemeyiz, değil mi?
Beceriksizlik mi? İş bilmezlik mi? Herkesle kötü olduğumuz için politik olarak mı aşı elde edemiyoruz? Bunların hepsi kafama takılan sorular.
Diğer taraftan gün geçmiyor ki, pandemi nedeniyle kapalı olan pek çok sektörde çalışanlardan mali durumun kötüleşmesi nedeniyle intihar haberleri gelmesin. O zaman yapılması gereken şey basit. Şapkadan tavşan çıkarmaya da gerek yok. Hane halkına, çalışmayan sektörlere doğrudan gelir desteği vermek gerekiyor.
Sıklıkla duyduğumuz “bütçede yer yok” savunması doğru değil.
Pandemi olağanüstü bir durum. Birçok ülke GSYH’sının % 30’u kadar destek verirken, onların da bütçelerinde yer yoktu. Eğer bütçe açık verecekse tam da bunun için verir. Bu açığı halka anlatmanın bir zorluğu da yoktur çünkü bu halk için verilmiş bir açıktır. IMF Raporuna göre Türkiye, pandemi döneminde GSYH’sına oranla yüzdesel olarak en düşük desteği veren iki ülkeden biri.
Ancak son dönemde nasıl artık zam kelimesi yerine güncelleme, ekonomimiz küçüldü yerine negatif büyüdük terminolojisini kullanıyorsak, verilen az oranlı desteği örtmek amaçlı olarak içine hesapsız kitapsız verilen kredileri de dâhil ettiğimiz ‘Likit Destek’ kavramını kullanmaya başladık.
Yok, hayır ülke olarak nakit destek verecek imkâna sahip değilim diyorsanız o zaman kamu kendi alacaklarından vazgeçerek sürece katkı sağlayabilir. Peki, bu nasıl olacak?
Mesela çalışılmayan dönemlere ait SGK primlerini almaz. Devlet işverene düşen primleri kendi karşılar. Elektrik, su, doğalgaz faturalarını kendine yansıtır. Sosyal devlet olmak bunu gerektirir. Çok güzel bir söz var: Mekânı kapatan parasını öder.
Çok gecikmiş olsak da hâlâ insanların hayatına dokunacak ekonomik kararları alabilme imkânımız var.
Öncelikle bir ‘Pandemi Bütçesi’ yapmamız gerekiyor. Bu bütçenin gelir ayağını düzenlerken Hazine ve Merkez Bankası arasında açılacak doğrudan bir hat üzerinden, uzun dönemli tahvil ihracı yoluyla kaynak yaratabiliriz. Diğer bir gelir kalemi, kaynak ayrılmış ancak yapılması acil olmayan kamu yatırımlarından pandemi süreci boyunca vazgeçerek, buradaki kaynağın da Pandemi Bütçesine dâhil edilmesi olabilir. Bütün bunların yanında müteahhitlere verilen ve mücbir sebebe rağmen ertelenmeyen, ötelenmeyen garanti ödemelerin pandemi sürecince mücbir sebep dayanarak gösterilerek ötelenmesi, buradan gelecek kaynağın da Pandemi Bütçesi içerine dâhil edilmesi önemli bir nakit girişi sağlayacaktır.
Pandemi Bütçesinin harcama ayağı ise iki kısımdan oluşmalı. Birincisi dezavantajlı gruplara çalışıp, çalışmadığına bakılmaksızın, pandemi süresince aylık doğrudan nakit desteği verilmesi. Bu verilecek destek yeniden harcamaya dönüşeceği için ekonomik aktivitenin devamı açısından da olumlu sonuç doğuracaktır. İkincisi pandemiden etkilenen sektörler bünyesindeki şirket ve çalışanlarına doğrudan nakit desteği vermek olarak tasarlanabilir. Üretim sektöründe işler daha iyi giderken, hizmetler sektörü için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. O nedenle esas payı hizmetler sektörü alacak şekilde planlamak daha doğru olacaktır.
Bunların yanında nakit olmayan ancak hayati önem taşıyan, elektrik, su, ısınma, SGK gibi giderlerin de bu sektörler özelinde devlet tarafından üstlenilmesi ciddi rahatlama getirecektir.
Aslında sorun çetrefilli ama çözüm basit. Sadece mevcut durumun görülmesi, insanların zor durumda olduğunun kabul edilmesi, buna göre düzenlemelerin seri halde ve birbirini tamamlayacak şekilde uygulamaya konulması gerekiyor.
Bunları yapmamanın ekonomik maliyetinin ileride çok daha büyük olacağını bugünden görmek için kâhin olmaya gerek yok. Hepinize sağlık ve huzur içinde bir ay diliyorum.