Son zamanların dillerde dolaşan, “Günü yaşa, gerisini akışa bırak” cümlesi beni çıldırtıyor. Polyanna’nın bile daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum.
Belirsizlik kişiyi huzursuz eden bir kavram. Sayılar ‘çıkıyor, iniyor’ grafiği kesinlik kazanmadığı sürece, aşı olmayan herkes potansiyel bir virüs niteliğinde.
***
Herkesin sokakta olduğu, ‘tam kapanma yasağı’ süresince akla hayale gelebilecek her tür izin belgesi ile çoğunluk günlük yaşamlarını sürdürdü. Dürüst vatandaş ise, ‘Bermuda Şeytan Üçgeni’ misali, çift maskeyle çevredeki ‘market, fırın, eczane’den öteye gidemedi.
Sağlık önlemleri çerçevesinde birçok dükkân kapatılırken kuruyemişçiler, temizlik malzemesi, ayakta kahve satışı yapan pastanelerin açık kalmasına anlam veremedim. Bu arada, ‘nöbetçi gözlükçü’ kavramı da ortaya çıktı. Böylelikle, camları eski dahi olsa yedek gözlüklerin vazgeçilmezler arasına girdiğini bir kez daha hatırladım.
Pandemi süreci uzadıkça, galiba algılama yeteneğimde bir farklılık oldu. Genelde kurallara özen gösteren bir aile yapımız var. Her ne kadar şehirlerarası bir yolculuk yapmamız gerekmediyse de toplu taşıma ve uçakla seyahat edebilirken, kendi arabamızla neden yola çıkılamadığını anlamadım. Keza, yaş dolayısıyla belirlenen saatler dışında Ada’ya gitmek için iki kez izin almışken, neden sonraki başvurularım gerekçe göstermeksizin reddedildi? Bunu da anlamadım. Sebep/ sonuç ilişkisinde, ‘ben’ yerine ‘biz’ olarak düşünme yetisine sahip olsaydık, yan yollar aramaya gerek kalmazdı. Tabii izin almak için telefon ettiğinizde karşınıza çıkan yetkilinin de doğru cevapları bilmesi gerekirdi. Duyarlı olmanın ilk şartı, güven mekanizmasının iyi çalışmasıyla paraleldir.
***
17 Mayıs Pazartesi itibariyle, kademeli kısmi açılma günleri yaşanmaya başlandı. Küçük esnafın yanı sıra, bu değişim en çok ‘65+’ grubuna yaradı. Uzun süre evde zorunlu istirahat ettikten sonra, dizlerde az bir aksama olsa da, eskisinden daha dinç, korunmayı elden bırakmadan ve şükretmesini bilerek sokağa çıkabildiler.
***
Bu yaz Ada’ya, Moda’ya gidilebilecek mi diye düşünürken, kimileri ev temizliğine odaklanmaya başladı bile.
Şartlar, öncelik sıralamasını değiştiriyor. COVID-19 nedeniyle Adalar’da sosyal tesisler açılacak mı; müsilajın (salya) kirlettiği denize girebilecek miyim? Suyun temizlendiğini varsaysam bile, sahilde denize girmek için merdivenlerde dip dibe olmak isteyecek miyim? Gün itibarıyla sıraladıklarımın hiçbiri ikincil veya üçüncül derecede bile önem taşımıyor…
***
Uzun zamandır, Adalar’da sağlık konusunda hiçbir güvence olmaması ciddi bir sorun. Giderek artan nüfus, Büyükada’daki hastanenin işlevini yerine getirmemesinden tedirgin. COVID-19’un yaygın olduğu bu dönemde bireyler rahatsızlandıklarında, evlerinden ambülansla hastaneye -tabii bu arada ambülansa ulaşacak kadar şanslıysanız- oradan da Kartal’a sevk edildikleri süre içinde, kim bilir virüsü kaç kişiye bulaştıracaklar…
Adalar’da sağlık konusuna ivedi bir çözüm bulmak için nereyi/kimleri harekete geçirmek gerektiğini bilen de yok galiba…
Ayrıca Adalar’da yaşayan, yazılı ve görsel basında yer alan birçok değerli gazeteci/yazar(ımız) var. Şimdiye dek konuya değindiklerini hatırlamıyorum.
Siz siz olun, özellikle hafta sonlarında hastalanmamaya çalışın. Acil durum karşısında, ‘hatırlı’ dostlarınız olmadığı sürece, ne Kartal’a ulaşabilirsiniz, ne de olanaklarınız varsa bile deniz taksi bulabilirsiniz. Çare üretmektense ‘boş ver’ demek en kolayı. Yeter ki piyango size çıkmasın.
Sağlıkla kalın.