1960 yılında Kıbrıs adasında Birleşik Krallık yönetiminin sona ermesiyle beraber Kıbrıs Cumhuriyeti adında iki uluslu bir devlet kuruldu. Aslında 1571-1878 arasında Osmanlı İmparatorluğunun idaresinde kalan adada, Rumlar ve Türkler anavatanlarına bağlanmak istiyorlardı. Bu bağlamda adayı Yunanistan’a bağlama hedefi Enosis olarak adlandırılırken, Kıbrıs’ın ikiye bölünmesine ise Taksim adı veriliyordu.
1878’te başlayan İngiliz yönetimi böylelikle hiçbir tarafın birinci tercihi olmayan bir orta yol olarak bağımsız bir devletin kurulması ile sona erdi. Böylelikle, İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve adadaki iki toplum 1959-1960 Zürih-Londra Antlaşmalarını imzalayarak, Kıbrıs’ta iki kurucu toplumdan oluşan bir ortaklık devletinin kurulması konusunda mutabakata vardılar.
Kurulan yeni devlette Dr. Fazıl Küçük cumhurbaşkanı yardımcısı, Osman Örek savunma bakanı, Dr. Niyazi Manyera sağlık bakanı ve Fazıl Plümer tarım bakanı oldu. Ayrıca, mecliste ve bürokraside Kıbrıslı Türkler yüzde 30 oranında temsil ediliyordu. Böylelikle Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türklerin hakları güvence altına alınmış gibi gözükse de yeni devletin meşruiyeti Rumlar tarafından baştan beri sorgulandı.
Nitekim, Enosis hedefinden vazgeçmeyen Rumlar 1963 yılında Türklere karşı saldırılar başlattı ve devleti ele geçirdi. Türkler ise adada kendi mahallerine sıkışıp kaldı ve kendilerini saldırgan EOKA unsurlarına karşı korumak için direniş örgütü TMT’yi harekete geçirdi.
Bu tarihten sonra Kıbrıs Cumhuriyeti bir Rum ulusal devletine dönüştü ancak bugüne kadar Rumların bu devlet üzerindeki haksız hakimiyeti devam ediyor. O kadar ki bu isim altında 2004’te AB üyesi olan devlet, Türklerin temsil edilmemelerine rağmen meşru hükümet olarak uluslararası toplum tarafından tanınmakta. Türk tarafı ise önce 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devletini, daha sonra 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) kurdu.
KKTC, 1933 Montevideo Sözleşmesinde devlet olma ölçütleri olarak belirlenen nüfus, toprak, hükümet ve diğer devletlerle ilişkiye girme kapasitesi unsurlarının hepsine sahip olmasına rağmen, BM ve AB adada Kıbrıs Cumhuriyeti olarak adlandırdıkları devleti tek egemen olarak tanımaya devam etmekteler. Ayrıca, BM Güvenlik Konseyi 1983 yılında aldığı 541 sayılı karar ile KKTC’nin ilanını hukuken geçersiz ilan etti.
Ancak burada anlaşılması gereken nokta Türkiye ve KKTC açısından Kıbrıs Cumhuriyeti 1963 yılında fiilen sona erdi ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimine (GKRY) dönüştü. Eğer Kıbrıs Cumhuriyeti devam ediyorsa Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısının, Türk bakanların ve milletvekillerinin nerede olduğu sorulmalı.
Geldiğimiz noktada on yıllarca süren federasyon görüşmelerinden sonra artık Kuzey Kıbrıs’ta sabrın taştığını gözlemlemek lazım. KKTC’ye karşı uygulanan boykotlar ve izolasyonlar oradaki halk açısından çeşitli zorluklar yaratmakta.
İşin doğrusu Kıbrıs’ta tarafların birbirleri ile uyuşmayan pozisyonları var. Rum tarafına göre Kıbrıs sorunu 1974’teki Türkiye’nin ‘işgali’ ile başladı. Dolayısıyla Türk ordusu adadan çekilirse ve Türkiye’nin Zürih-Londra antlaşmaları ile sahip olduğu garantörlük statüsü kaldırılırsa adaya barış gelebilir. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti bir Rum ulusal devleti olarak Kıbrıslı Türklere ancak azınlık hakları vermeye razı gözüküyor.
Öbür taraftan Kıbrıslı Türklere göre sorun 1963 yılında Rumların ortak devlete el koymaları ile ciddi bir hal aldı. Devlet mekanizmalarından atılan Türkler katliamlara maruz kaldı ve gettolara sıkıştılar. Topyekûn bir katliamdan ise ancak Türkiye’nin 1974 Barış Harekâtı ile kurtuldular. Yeniden birleşme olacaksa iki kurucu devlet arasında iki kesimlilik prensipleri üzerinden olabilir. Ancak on yıllardır devam eden görüşmeler bunun mümkün olmadığını ve her iki tarafın pozisyonlarının birbirine zıt olduğu gerçeğini ortaya çıkardı.
Bu durumda hem KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, hem Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan artık iki devlet gerçeğinin tanınması ve görüşmelerin bu parametreler üzerinden yapılması gerektiği konusunda ısrarcılar. Bu bağlamda uzun yıllar Kıbrıs görüşmelerinde yer almış ve şimdi KKTC Cumhurbaşkanlığında Özel Temsilci olarak görev yapmaya devam eden Ergün Olgun’a göre Kıbrıs ekonomisinin Türkiye’ye daha fazla entegre edilmesinin, turizm ve eğitim alanları geliştirilirken, farklı alanlarda da ülkenin kalkındırılmasının yapılması gerekenler arasında olduğunu ifade ediyor. Ayrıca Azerbaycan, Katar ve Pakistan gibi devletlerin KKTC’yi tanıması için çabalamak ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nda Kıbrıs Türk Devleti adıyla gözlemci statüye sahip olan KKTC’nin tam üye olarak kabul edilmesi de önem arz ediyor.
Sonuç olarak KKTC siyaset bilimi literatüründe fiili devlet (de facto state) olarak tanımlanan kategoriye giriyor çünkü işleyen bir devlet yapısı, aktif sivil toplumu, siyasi partileri, sendikaları ve diğer tüm kurumları ile devlet olma vasfını taşıyor. Bütün bunlara rağmen diğer devletlerce siyasi tanıma, ancak başka değerlendirmeler ve çıkarlar üzerinden gerçekleşebiliyor.
Okuma Önerisi
Ergün Olgun. Kıbrıs Müzakere Süreci Seyir Defteri.