Yoldayız… Bir seneden uzun süredir evlerimizde ve kendi mahallelerimizde kapalı kaldıktan sonra iki günlüğüne sınırları aşmaya karar verdik. Kapıkule’den öteye geçerek ülke sınırlarını aşacaktık. Bunu yaparken, pandemi başladığından beri fark etmeden kendimizi hapsettiğimiz düşünce sınırlarımızı da aşacak olduğumuzu hiç fark etmemiştik.
Evimizden arabayla sadece birkaç saat ötedeydik. Ama hani anlatsalar inanamayacağımız gibi bir ortamda bulduk kendimizi. Pandemi neredeyse sanki hiç uğramamıştı buralara. Haberlerde görsem inanamayacağım bir ruh hali içinde insanlar... Bilfiil yaşamamıza rağmen idrak etmesi zor bir durum. Doğrusu inanmadım. İnanamadım kendime, dolaştığım cadde ve sokaklara... İstanbul’la kıyasladıkça ağladım halimize... İnsanlar rahat... Tiril tiril sokaklarda, maskesiz, sosyal mesafesiz, kafelerde barlarda... Geniş, ferah yemyeşil bir şehir Sofya. Pırıl pırıl caddeler, çukursuz tümseksiz kaldırımlar... Parklar... Ah o parklar! Caddeler gibi ve hatta caddeler kadar şehri birbirine bağlayan parklar... Evet, bu şehirde parklar bir dinlenme ve eğlence alanı olmanın ötesinde bir geçiş alanı. Fıskiyeler, banklar, ağaçlar, ilkbaharın kokusu... İnsanlar güler yüzlü, insanlar sevgi dolu, her köşeden keyifli bir müzik şehrin bahar havasına ayrı bir coşku katmakta. Maskeyi ise bazı dükkânlara girerken gayri ihtiyari takıyorsunuz. Dükkânlarda çalışanların kimi maskeli. İstanbul’da eve kapanmış, bahçeleri bile kapalı lokantalarımızdan ancak paket servisi alan depresif halimize gerçekten ağladım... Bir yandan da inanamıyordum. Sanki az sonra biri beni dürtecek, “Hadi uyan artık” diyecekti… Ya da ne bileyim, görüntü değişecek, sanki zebani gelip “Sen burayı beğendin ve cennette olduğunu zannettin ama reklamları izliyordun, şimdi haydi tak maskeni, kapan evine” diyecekti...
Öyle değilmiş, halkın büyük bir kısmı aşı olmayı reddediyorsa da Sofya’da son yedi günde yeni COVID vaka ortalaması 68 kişi imiş. Sayılar böyle olunca, her yer açık, insanlar keyifli, yaşam coşku dolu.
Öte yandan, gerçekten de Sofya’nın iki günlük turiste görünen yüzü böyle. Hayat ise her zaman herkese bu kadar coşku dolu ve kolay olmayabilir. Daniş mesela... Sofya’nın arabalara kapalı, sağlı sollu lokantaların süslediği turistik caddesinde bir lokantanın yönünü gösteren koca bir reklam panosunu hem işi gereği yere dikili tutuyor hem de ona yaslanmış elindeki telefonla ilgileniyordu. Dikkatimi çekti. Biraz sohbet ettik. Henüz lise öğrencisiymiş. Bu işi yaptığı günler sekiz saat o dondurmacının önündeki köşede, yan yana dizili lokantaların olduğu caddede gezenleri sokak içindeki lokantaya yönlendirebilmek adına orada dikilmesi gerekiyormuş. Sekiz saat için aldığı ücret, 50 Leva. Bir zamanlar 2 Leva 1 TL idi, bugün 1 Leva yaklaşık 5,5 TL.
Öte yandan, bizler depresif hallerimiz içinde evlerimizde otururken, Dünya Ekonomik Forumunun bilgilerine göre dünya çapında çeşitli doğal felaketler ve şiddet nedeniyle 40,5 milyon insan yer değiştirmek zorunda kalmış. Bu rakam, son on yılın en yüksek göç rakamı. 40,5 milyon insan... Yani her saniye ve üstelik COVID krizinin göbeğinde en az bir kişi aşırı hava şartları ya da çatışmalar yüzünden çoğu zaman da geçmişini, bağlantılarını, eşyalarını, sevdiklerini geride bırakarak bilinmez bir geleceğe doğru evinden kaçmak zorunda kalmış...
Bir terim var. Ben yeni öğrendim: İşlevsel Sabitlik. İşlevsel sabitlik kişilerin görüş ve düşünüşlerini şeyleri ve olayları genel olarak görüldüğü gibi görmekle sınırlandıran psikolojik bir “yanlı olma” hali. Yani mesela Titanik söz konusu olduğunda, aysberg felaketin nedeni. Oysa aynı aysberg “yaratıcılığı en az beklediğiniz yerde arayın” başlıklı bir makalelerini okuduğum Tony McCaffrey ve Jim Pearson’a göre Titanik’le beraber yok olan yolcuların kurtuluşu da olabilirdi. Eğer Titanik’in cankurtaran sandalları kurtardıkları insanları aysbergin üstüne indirip, diğer yolcuları kurtarmak üzere sefer yapmış olsaydı.
Durduğumuz yere, baktığımız pencereye göre cenneti görebiliyor ya da cehennemi yaşıyor olabiliriz. Ancak giderek cehenneme dönüştüğünü düşündüğümüz güzel dünyamızın bir cennete dönüşmesi de yine bizlerin elinde. Tolere ederek değil, herkes için daha yaşanılası bir dünya yaratmak için. Bu amaçla bireyler, toplumlar, yönetimler ve ülkeler olarak belki de artık tüm sınırları -coğrafi sınırları olduğu kadar beynimizin işlevsel sabitlik sınırlarını da- aşmanın zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?