Müstakbel seçimler 2023’te. Yine, yeni, yeniden bir başka seçimde oligarşik siyasal partilerin genel merkezlerinde sayın genel başkanlarına üst perdeden laf yetiştiremeyecek, meşrebe uygun uysallar aranacak, bulunacak ve millete sunulacak. Ve mevcut ya da potansiyel milletvekillerimiz için mevcut siyasal partiler kanunu nedeniyle parti genel başkanlarını yıkama yağlama sezonu da açılmış bulunuyor. Şimdiki dönemde adını gördüğümüz tüm milletvekilleri için muazzam bir koşuşturma dönemi başladı gerçi o hiç bitmiyor ama bizimkiler maalesef halk tarafından seçilmelerine rağmen onları seçen insanlardan çok daha fazla hatta aşırı bir sempatiyi genel başkanlarına saygı göstermek, onları önemsemekle kendilerini helak ediyorlar. Yoksa kaşının üstünde gözün vardı denilerek bir daha asla aday gösterilemezler maazallah. Medyada gördüğümüz, izlediğimiz tüm milletvekilleri konuşmalarına ‘Sayın Genel Başkanım’ diye başlayan hamasi konuşmalarında sayın genel başkanlarını yerlere göklere sığdıramıyor. O kadar kendilerinden geçenler var ki… Bu kadar yetişkin biri nasıl olup da bu denli hayranlıkla bir başkasından sözedebiliyor aklım almıyor. Ama tabi bende yurdum siyasetçisi kumaşı yok. Seçmen-milletvekili bağının kuvvetlenmesi, aslında oyunu alması gerekenin seçmeni olduğu gerçeğinden uzaklaşan milletvekili adaylarının daha adil bir düzen adına önseçimle belirlenmesi, 1950-1960 döneminde hükümetlerin giderek otoriterleşmesine karşı bir tepkiydi. İlk demokrasi döneminde, aynı zamanda Demokrat Parti’nin genel başkanı olan başbakan Adnan Menderes, partisinin milletvekili adaylarını belirlemekte başlıca yetkili olmuştu. Ama bu durum genel başkanın otoriterliğini aşırı güçlendirmişti. Lidere kafa tutacak hiçbir isme yer verilmedi. İşte nitelik sorunu, kimlikli siyaset sorunu da burada başladı. 1965-1977 arasında yapılan önseçimlere partilerin tüm kayıtlı üyelerinin katılması öngörülmedi. Yerel örgütler çoğunlukla yerel liderlerin egemenliğinde, yerel liderler ise ulusal lidere tabi idi. Dolayısıyla aday belirleme sürecinde önseçim kullanıldığı zaman dahi genel merkezin ve liderin güçlü etkisi hissediliyordu. 1983’te kabul edilen Siyasi Partiler Kanunu bir partinin bütün kayıtlı üyelerinin önseçime katılabilmesine olanak tanısa da aday belirleme sürecinin daha demokratik bir ortamda gerçekleşmesini sağlamaktan çok parti örgütünde güçlü olanların kendilerini destekleyenleri üye kaydettirerek önseçim sürecine egemen olmaya çalışmalarını tahrik etti[1].
Ayrıca, önseçimin kendi partisine kayıtlı üyeler arasından yapılması da anlamlı olmuyor, ‘görmezler duymazlar birbirini ağırlar’ın ötesine geçmiyor. Partililerin kendi içindeki dengeleri, çılgınca koltuk kanape hesapları yüzünden o ilde seçilenler, seçmeni temsil edemiyor. Çünkü tüm hesaplar, parti içi dengeleri, sayın genel başkanlarının bir işaretlerini gözetlemek üzerinden yapılıyor. Gizli oturumlar, şeffaf olmayan finansmanlar, adeta istihbarat faaliyetleri kıvamındaki kulisler bitmek bilmiyor. Son ana kadar açıklanmayan adaylar kamuoyunda anlamsız dedikodulara neden oluyor. İşin acayip tarafı, mesela bir koltuk için birden fazla aday varsa içlerinden birini öne çıkarmak onun tartışılmasına yol açacak diye düşünüldüğünden, gizli kapılar ardında sayın genel başkanlar tarafından seçilen adaylar en son ortaya çıkarılıyor. Bu arada adı önceden tartışılmış olanlar ise, eğer yerel seçim sürecinden sözediyorsak, olmadı bir ilçe meclis üyesi koltuğuna koşarak atlayıveriyor. Nitelikler, yetenekler, eğitimli olmak burada önemli değil, kurnaz ve uyanık olacaksınız.
Bu arada parti tüzüklerine göre genel merkezler adaylık başvurularını kabul etmeme gücüne sahiptir. Böylece, partiyi sıkıntıya sokacak isimler yanında lider kadrosuna kafa tutacak isimler de peşinen eleniyor. Parti genel merkezinin toplam aday sayısının yüzde beşi kadar adayı, uygun gördüğü seçim bölgesinde istediği sıraya yerleştirme yetkisi de var. Merkez kontenjanı adı verilen bu yöntem sayesinde, seçilme şansı yüksek görünen adayların önüne merkezden bir aday yerleştirilerek seçilme şansları zayıflatılıp, merkezin etkisi daha da güçlendirilir.
İşler ‘senin adam-benim adam’ olmanın ötesine geçmiyor. Seçtik de getirdik dediğinizde buna mezarlardaki rahmetliler bile gülüyor. Ama mesela Alman seçim yasalarına göre, siyasi partiler federal seçimler için adaylarını kayıtlı üyelerinin oylarıyla ya da parti tarafından atanan bir kurulun oyları ile belirleyebilmekte[2]. Parti üyesi olmayan biri de aday gösterilebilir. İsveç Sosyal Demokrat Partisinde (SAP) de üyeler, parti organizasyon yapısının her aşamasındaki mekanizmalara dahil olabilir. Ama mesela bizde bir ilçe başkanının MKYK’da bulunan bir üyeye ancak imrenebilme, gözüne girmeye çalışabilme şansı var, ancak o kadar, ötesi yok.
Türkiye’de siyasi partilerde üyelik etkin bir mekanizma olarak işlemediği gibi üyelerin parti içinde karar mekanizmasına katılmasının önünde pek çok engel var. Dolayısıyla, üye-parti arasında bağ kurulamadığı gibi, parti içi demokrasi için de üyelik önemli bir sorun teşkil etmekte. Ülkemin güzel siyasileri aslında başka bir sistem kurgulamak gerektiğini asla dile getirmiyor. Aslında onlar da biliyorlar sistemin ciddi anlamda tıkandığını, bütün bu yıkama yağlama gayretlerinin yerine, yepyeni bir ütopya yaratmak gerekliliğinin kaçınılmaz olduğunu, seçmeni inandırabilmenin hiç de artık eskisi gibi kolay olmadığını, ama o iş zor. Uğraşmak, yepyeni yollarda yürümek, yepyeni çözümler üretmek, aramak, araştırmak şart. Bu iş çok uğraştırır insanı. Siyaseti mesleğin yapmışsın, koltuğa oturmuşsun, o koltuğu kaptırmamak da namus meselesi haline geliyor. Ülkemizde defalarca milletvekilliği yapan, yüzlerce hatta binlerce isim gösterebiliriz. Evet deneyim önemli de mesleğinde ciddi başarıları olan ya da olmayan ama yetenekli, erdemli insanlarımız aday olamaz mı? Cevap benden gelsin, imkansız. Ayrıca düşüncenize yakın siyasi partiyi ya da yöneticilerini eleştirmek mi? Haşa, taşa tutulursunuz. İnsanın ailesini eleştirmesi kadar kutsal bir mevzu bu bizim memlekette.
Bu dilimden düşmeyen oligarşik Siyasal Partiler Kanunu, seçimlerde başarısız bir lider de olsanız size daha da güç kazandıracaktır. Şöyle ki ‘işte bu başarısızlıkta partimi başsız bırakamam’ diyen basiretsizler ülkesidir güzel ülkemiz. Liderin kendine başkaldıracağını hissederek il örgütünü feshettiğini bile görmüştür güzel ülkem. Kuş sürüleriyle uçar derler, parti başkanları da onları seçen kurultay üyeleriyle seçilir. Mahalleler ilçeyi, ilçeler ili, iller il başkanlarını, il delegeleri de genel başkanı seçer. Ama başkan mahalleden ilçeye, ilçeden ile herkesi işaret eder, çünkü yoksa seçilemez. Aslında o seçer, sonra da seçtikleri onu seçer. Biz buna seçim deriz, bu düzen de böyle sürer gider. O zaman siz ne yaparsınız? Biz de bööööyle bakarız…