Bu topraklarda futbol heyecanı sona ereli yaklaşık iki hafta oluyor. Neredeyse her gün bir maçın oynandığı lig tamamlandı, hem de son saniyesine kadar tırnak yedirten bir senaryoyla. Ancak kanımıza girmiş bu oyun; ne kadar istesek de bırakamıyoruz, paçamızdan tuttuğu gibi bizi yine içine sürüklüyor. Bu kez de gündemimiz Fransa Ligi’nde on yıl sonra şampiyonluğa ulaşan Lille ve göğsümüzü kabartan milli yıldızlarımız.
Burak Yılmaz, Yusuf Yazıcı ve Zeki Çelik’in formasını giydiği Lille, tarihinin en önemli başarılarından birini, milli oyuncularımızın bu sezonki büyük katkısıyla elde etti. Dünya yıldızları Mbappe ve Neymar’ın sadece bonservislerine 400 milyon Euro’yu aşkın bir bedel ödeyen, kadro maliyeti kendisinin yaklaşık üç katı olan Paris Saint-Germain’i geçerek hem de. Kuzey Fransa ekibi elde ettiği şampiyonlukla futbolda her şeyin para olmadığını, stratejik planlama ve doğru adımlarla en büyük zaferlerin de yaşanabileceği gerçeğini gözümüze soktu. Fransa Ligi’nde en çok kazanan 15 futbolcunun 13’ünü kadrosunda barındıran Paris Saint-Germain’in yanı sıra şampiyonluk mücadelesi verdiği Lyon ve Monaco’dan daha düşük bir bütçeyle bu başarıyı yakaladı Lille üstelik.
Lille’in boynundaki gerdanlığın her bir taşı çok değerliydi elbet. Lacivert-Kırmızılıların Avrupa’nın beş büyük liginde kalesinde en az gol gören takım olmasında kaleci Maignan’ın, savunmanın tecrübe abidesi Jose Fonte’un çok büyük payları var. Henüz 18 yaşındayken saman alevi gibi bir anda parlayan, Lille orta sahasında ise kendini yeniden bulan Renato Sanches’i, 21 yaşındaki altyapı ‘ürünü’ Soumare’yi, aynı yaştaki Kanadalı Jonathan David’i ve diğer oyuncuları birbirinden ayırabilmek ne mümkün! Ama işte bu yapbozun olmazsa olmazı başta Burak Yılmaz ve diğer milli oyuncularımız Yusuf Yazıcı ile Zeki Çelik oldu; ne mutlu ki…
Öyle ki, 35 yaşında futbolunun artık sonbaharında Beşiktaş gibi bir kulüpten ayrılıp, dilini bilmediği bir ülkeye gitti Burak Yılmaz. Hem de kendisini kanıtlayacak hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı bir dönemde Lille’in yolunu tuttu. İstanbul’da iki güzel kızının dibinde mutlu mu mutlu yaşayabilecekken, aldığı riskten müthiş bir zaferle ayrıldı milli oyuncumuz. 28 maçta 16 gol atıp, 5 asist yaptı. 21 gole direkt katkı sağlarken, takım halinde çektikleri halatın hep en önünde hazır bulundu. 35 yaşında tutuştuğu meydan okumadan böylesi olağanüstü bir performansla ayrılmanın karşılığını da; şampiyonluk kupasını havaya kaldırarak aldı.
Ya Yusuf Yazıcı? Milan gibi bir rakibe karşı deplasmanda, hem de Avrupa’nın iki numaralı kupasında hat-trick yapmak?.. Üstelik aynı sayıda golü, yani bir kere daha üç golü bir başka Avrupa Ligi karşılaşmasında atmak? Ligdeyse yedi gol ve dört asistlik bir katkı sunarak; çift haneli gol sayısına direkt etki etmek? Sadece bir yıl içinde Fransızcayı harikulade bir aksanla konuşmayı becerebilmek? Kaçımız yaşımız 22 ila 24 arasındayken böyle bir meydan okumaya kalkışabildi, kaçımız bu tip başarı hikâyelerini özgeçmişlerimize yazdırabildi?
Peki Zeki Çelik? 20 yaşında Türkiye’nin ikinci liginde oynarken; Lille’in önce radarına, daha sonra da kadrosuna giren Zeki’nin Fransa’da çıktığı macerasında başarılı olabileceğini öngörebilen olur muydu hiç?.. İstanbulspor forması giyerken Avrupa’nın dev kulüplerinin peşinden koşacağını, dünyanın sayılı hücum oyuncularıyla girişeceği ikili mücadelelerden zaferle ayrılabileceğini hayâl ediyor muydu Zeki?
Bu topraklardan çıkan milli oyuncularımız da, ikinci ligde oynuyormuş, daha önce yurt dışı deneyimi yaşamamış veya yaşını almış olmalarına bakmaksızın yıldızlarımızı kadrosuna katan Lille de; girdikleri meydan okumalardan mutlu ayrıldı bu sezon. Paris Saint-Germain gibi bir devin önünde lig şampiyonu oldu.
Tarih kazananları ve kazanmak için meydan okuyanları yazıyor. Fransa’da, yine. Yıllar sonra… Duyuyor musun sesi?