İklim değişikliği ve küresel ısınma son yıllarda etkisini hızla gösteren iki önemli çevre sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Son zamanlarda baş gösteren şiddetli toz taşınımı, aniden ortaya çıkan hortumlar, barajların kimi zaman kırmızı alarm vermesi ve son günlerde Marmara Denizini saran müsilaj tehlikesi gibi sorunlar çoğu kez gündemin gerisine düşse de aslında hayati tehlike içeren en önemli çevre sorunları. Bu çevresel sorunların çözümü ise sürdürülebilirlik stratejilerinin uygulanması ile mümkün. Çok kısa bir bilgi olarak, sürdürülebilirlik var olan doğal kaynakların gelecek kuşaklar için çok dikkatli ve dengeli olarak kullanımı prensibini içermektedir. Başta çevre kirliliği olmak üzere, ekolojik dengenin bozulmasına neden olan her türlü sorunun çözümü, sürdürülebilirlik uygulamalarından geçmektedir. Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz döngüsel ekonomi de aslında bir sürdürülebilirlik uygulamasıdır ve çevresel, sosyal ve ekonomik olarak değişik bakış açıları ile irdelenebilir.
Coğrafi konum nedeniyle de iklim değişikliği ve beraberinde ortaya çıkan küresel ısınmadan en fazla etkilenen, hatta etkilenmeye başlayan bölge ise şüphesiz Ortadoğu’dur. Doğal olarak su, suyun yönetimi, atık suların geri kullanımı, kazanılması gibi konular da bu bağlamda eskiye nazaran daha önem kazanmaktadır. ‘Petrol yerine ileride su savaşları olacak’ doktrinin birçok alanda telaffuz edilmesi bana kalırsa boşuna söylenmiş bir cümle değil...
Konumu olarak İsrail bir tarım ülkesi. Petrol, kömür gibi doğal zenginliklerin bulunmadığı bu ülke, tarım konusunda da söz sahibi olmuştur. Kısıtlı yüzölçümü ve yukardaki nedenlere dayalı olarak da su bu ülke için çok değerli bir doğal kaynaktır. Daha önceki yazılarımdan birkaç tanesinde de bahsettiğim gibi 1948 öncesi ve sonrasında kurulan ortak yaşam çiftlikleri ve kibutz sistemi ise aslında tarım temelli kalkınma ekonomik modeline dayanarak İsrail’de kurulmuştur. İsrail’in tarımda yaptığı en büyük devrimlerden biri de damlama su modelini aktif olarak uygulaması ve bu model doğrultusunda yenilikçi ürünler geliştirmesidir.
Doğayı taklit eden insanoğlunun teknolojik gelişmelerde karşısına çıkan problemleri aşmak için geliştirdiği çözüm yolları da yine doğada yer almaktadır. Adı üzerinde, damlama sulama; hedef bitki için uygulanan ve belirli bir zaman diliminde tüketilen su miktarının kontrol edilebilmesine olanak veren bir su yönetim stratejisidir. Bu stratejinin uygulanması için de var olan veya ilk medeniyetlerin kurulduklarından beri kullandıkları geleneksel tarım uygulamasının değişmesi gerekmektedir. Yani tarımsal üretim yapılan bir noktada bütün arazilerin sulanması düşünce ve uygulanmasının olduğu gibi terk edilmesi gerekmektedir. Halk arasında uygulanan klasik sulama yöntemine ‘salma sulama’ denilmektedir. Bu uygulamada suyun kaynağından alınıp doğrudan kullanılması esastır. Ancak bu uygulamanın zaman geçtikçe yararından çok zararları da ortaya çıkmıştır. Örneğin, her çiftçinin korkulu rüyası yabancı otlanma bu sulama sayesinde bir noktadan başka bir noktaya çok hızla yayılabilmektedir. Veya bazı zararlı böcek türlerinin yumurtaları da çok rahat taşınmakta ve zamanı geldiğinde yumurtalarından çıkarak tarım ürünlerini ortadan kaldırabilmektedir. Ayrıca toprak için çok tehlikeli olan tuzlanma ve bunun paralelinde mineral bakımından fakirleşmesi yine salma sulama sonucu ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak ilk başlarda hızla tarımsal üretimin artmasına neden olan bu uygulamanın yararından çok zararları da gün geçtikçe ortaya çıkmaktaydı. Uzun yıllardan beri süregelen bu uygulamanın kökten değişmesi, yani bir devrim yapılması gerekiyordu. Tarımsal anlamda ise böyle bir devrimin olabilmesi için eskinin ortadan kaldırılması gerekmektedir ve bu ülke, bunu başarmıştır.
Belki de tarihin garip bir cilvesi, tarımı bulan, ilk buğdayı evcilleştirerek kullanan bu coğrafyada bir kez daha tarımsal bir devrim yapılmıştır. Damlama sulamanın tarihçesine baktığımızda küçük çapta yapılan denemelerin 1860’lı yıllarda Almanya’da kullanıldığını, 1920’lerde ise farklı tekniklerin geliştirilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Ancak bunu endüstriyel anlamda daha verimli kullanma girişimleri Polonya’dan İsrail’e göç eden Aşkenaz Yahudi’si Simha Blass tarafından başlatılmıştır. Blass, yaşadığı döneme göre bilimsel ve teknolojik yenilikleri sonuna kadar uygulamaya hevesli bir mühendisti. II. Dünya Savaşı sonrası bütün dünyada yaygın biçimde kullanılan plastiklerle birlikte damlama sulama modelini ve uygulamalarını Negev Çölünde yer alan Hatzerim Kibutzunda geliştirdi. Daha sonra bu geliştirilen model ve uygulamalar bazı tarım şirketlerinin doğmasına da vesile olmuştur diyebiliriz. Günümüzün deyimi ile aslında bu kibutzda bir ‘start up’ modeli uygulanmış ve çok verimli sonuçlar alınmış. Blass, İsrail’in su konusunda otorite isimleri arasında sayılmaktadır ve onun geliştirdiği bu teknik bugün iklim değişikliği ve küresel ısınma ile mücadelede insanoğluna çok yardımcı olmaktadır.