Dünyanın hemen her yerinde ekonomik olarak yaşanmakta olan durgunluk ve ardından hissedilen sarsıntılar endişe verici boyuta ulaştı. Bu kriz kendi iç sıkıntıları nedeniyle Türkiye’de çok güçlü hissedilmekte.
Globalleşme böyle bir şey.
Afrika ormanlarının hızla yok olmasına ya da bir kaplan neslinin tükeniyor olmasına sadece belgesel izleyicisi gibi bakarken pek de anlamıyoruz globalleşmeyi.
Oysa Çin’deki depremden sonra, temellerinde bir çatlama olasılığı araştırılan dev boyutlardaki barajın su boşaltma çalışmaları ve olası bir çatlakla bunun dünya ekonomisi ile ilişkileri düşünüldüğünde ya da Kuzey Kutbunda bulunan buzulların erime hızının hava ısısına nasıl etki yapacağı öğrenildiğinde ise çok iyi anlıyoruz, neymiş globalleşme!
Yalnız yaşamadığımızı, geç de olsa dünyada hep birlikte yaşamakta olduğumuzu anlamak iyi gibi görünebilir. Ancak bu anlayışa ulaşmayanlar çoğunlukta iken, ‘bir arada yaşama’ denen nosyonun, çevremizi ve doğayı da içerdiğini anlayanlar daha da az sayıda ne yazık ki.
Halbuki globalleşme ile ilgili farkındalığımızın olduğunu sandığımız bugün bile, bu farkındalığımızın bir geç kalmışlığı da kapsadığını kabul etmek gerekiyor.
Doğa açmazlarından tutun da, ekonomiye, sosyal ilişkilerden, teknolojik gelişimlerin kolaylık sandığımız yerde zararlı da olduğunu öğrendiğimiz tehlikelerine ya da tıpta ilerleme saydığımız araştırmalarla hayatlara mal olan virüsler yaratmamıza kadar, birçok olgu, tüm insanlığın yaşamakta olduğu sıkıntıları vurgularken, öte yandan ‘gelecekten gelecek olan’ ve bu, temeli atılmış sıkıntılarla ipuçlarını görerek dehşete düştüğümüz endişelerle doluyuz.
Globalleştiğimizi sandığımız önceki yüzyılın son çeyreği ve başladığından bu yana yüzyılımız boyunca; kaçacak yeri olmayan sınır ötesi bir diasporanın kıskancındayız bir yandan. Üstelik bir inancın bir ulusun değil, (bunu bile kabul edilemez bulurken) tümden insanlığın karşı karşıya kaldığı bir diaspora.
Globalleşirken sınırlarını yitiren, ancak bir yandan da ulus devletçiliğin ve şovenizmin gizli gizli küllerinden doğduğu on yılların eşiğinde, dünyanın tek kutupla yönetildiği hatta sahiplenildiği bir zaman aralığında, girilen tünelden çıkmak kolay olmayacaktır.
Olup bitenden bihaber ya da ‘kendi gemimizi kurtarma’ eğilimi içinde yaşayamadığımızı anladık ancak tüm insanlık olarak geç kaldık.
Yorgun gezegenin, ektiğimizi biçtiğimiz çağını yaşıyoruz bir bakıma. Üzerinde birlikte döndüğümüz dünyanın, ekonomisinden savaşlarına, savaşlarından teknolojisine, fakirliğinden zenginliğine hep birlikte ve etkileşimle yaşandığının bilincine varalı çok olmadı. Ama çok, geç oldu. Üstelik alınanın yerine konamayacağı kadar geç!
Olumlu ya da olumsuz, global dediğimiz fiziksel ve ruhsal edinimlerimizde, medya yığınının da önemli etkisi ile, yoğun bir etkileşim altında olduğumuzu söylemek mümkün. Üstelik ‘istesek de, istemesek de’ türünden bir etkileşim bu!
İşte bu açıdan bakıldığında; modern zamanlarda -farkındalığımızı güçlendirerek, en azından bugün, birlikte yaşamaya başlamak gibi bir seçenekte uzlaşma sahibi olabilir- bu etkileşime dünyanın globalleşmesi mi demeliyiz? Yoksa -gidecek yerimiz bile olmamasına rağmen- bunca olumsuzluğun ve globalleşme nosyonunun kendine de ters gelen ulusçuluk kavgaları ile dolmasının gözlemi ile bunun adını artık değişip, bu hızlı çöküşün adına YERKÜRENİN DİASPORASI mı demeliyiz?