“O zamanlar ekonomik durumumuz halihazırda çok kötüydü. Tozkoparan’a geçer geçmez, ‘Yirmi Kur’a Nafia Askerleri’ kapsamında, babam 40 yaşında askere alındı. Tam geri döndüğüne sevindik, birkaç ay sonra Varlık Vergisi kanunun yürürlüğe konmasıyla bir kez daha yıkıldık. Bize 150 bin lira öngörmüşlerdi, babam tabii ki ödeyemedi ve onu Aşkale’ye yolladılar. Evimize geldiler ve bütün eşyaları topladılar, götürdüler. Hiç unutamıyorum. Annemin bir tane geceliği vardı, asılı kalmıştı banyoda. Memurlar o eski püskü geceliği bile almaya çekinmediler, ‘Bu da senin için çoktur’ demişlerdi. O gece ablamla yerde yatacaktık. Ablam ve ben ağlamaya başladık. Bir süre sonra annem de bize sarılıp ağlamaya başladı. Zavallı annem nereden bulduğunu bilemediğim bir pazar arabasından o gece bize yatak yapmıştı. Üçümüz çok uzun zaman böyle yatmıştık. Babam geri geldiğinde bile borcu olduğu için, 150 bin lirayı veremediği için kendimize hiçbir şey alamıyorduk. Memurlar bir süre her ay gelip bizi kontrol ettiler. Bir şey satın aldıysak hemen alıyorlardı. Paramız yoktu, yatacak yerimiz yoktu. Gerçekten çok kötü günler geçirmiştik o zamanlar.”
Hüzün dolu gözler ve acı dolu sözlerle paylaşmıştı Deyzi Alyanak torunu Joy İris Levi ile Varlık Vergisi döneminde ailesinin başına gelenleri… Varlık Vergisi döneminde neredeyse her gayrimüslim ailede benzer hikayeler yaşanmış, sermaye bir yandan el değiştirirken, kaybeden ise Türkiye olmuştu. ‘Azınlık’ olarak tabir edilen bu vatanın asli unsurları zamanla bu acıları gömüp, adeta dişlerini sıkarak yaşamaya devam etseler de duygular yok olmuyor, acı tüm tazeliğiyle bizlere bir daha asla yaşanmaması için unutulmaması gerektiğini hatırlatıyordu. Varlık Vergisi sadece sermayenin devlet eli ile bilinçli bir şekilde el değiştirtilmesi değil, bu vatanın okumuş, kültürlü, çok dil bilen, meslek sahibi ve çalışkan yurttaşlarını eritme politikasının en acı hamlelerinden biriydi. O ailelerin çoğu burada kalabilseydi, hayalleri yok edilmeseydi, bu memlekete daha sayısız hizmetler sunabilecek, ülkemiz belki de çoktan Avrupa Birliği’ne girecekti. Ne yazık ki, ol(a)madı…
Şükrü Saracoğlu’nun mimarı olduğu Varlık Vergisi Kanunu ile çoğunluğu gayrimüslim kişilerin mal varlığına el konulmuş, yüzlerce farklı inanç grubundan kişi çalışma kamplarında çalışmaya zorlanmış ve kimileri soğuktan, kötü şartlar yüzünden hayatını kaybetmişti. Geri dönebilenler ise yıllarca travmanın izlerini taşımışlardı. Son yıllarda geçmişe oranla yüzleşme ümidiyle hakkında daha çok eser kaleme alınan, edebiyat eserlerine konu olan, duyarlı her vatandaşın “büyük bir hata” olarak kabul ettiği Varlık Vergisi’nin kimileri tarafından halen savunulmaya çalışılmasını anlayabilmek mümkün değil… İnsanların hayallerini yok etmenin, geleceklerini karartmanın daha kötüsü ne olabilir? Doğup, büyüdüğünüz, vatan bildiğiniz ülkeye bir gün her şeyiniz elinizden alınıp yok edilince, yabancılaşmak ne demektir hiç düşündünüz mü?
Geçtiğimiz cumartesi akşamı Varlık Vergisi Kanunun mimarı Şükrü Saracoğlu’nun torunu Rüşdü Saracoğlu’nun Twitter hesabından Varlık Vergisi’ni savunması başta Türk Yahudi Toplumu ve duyarlı vatandaşlar tarafından onlarca mesajla kınandı. Rüşdü Saracoğlu yayınladığı tweetlerde “Senelerce Osmanlının kaymağını yiyenler bir gün Cumhuriyette bunun vergisini vermeliler değil mi?” sözleriyle bir yandan bu vatanın asli unsurlarını ‘yabancı’ olarak göstermekte de beis görmeyip, nefret söyleminden de geri kalmamıştı. Varlık Vergisi faciası nedeniyle geleceği kararan toplumlardan halen bir özür bile dilenmemişken, Saracoğlu’nun, dedesinin izinde mesajları yıllar geçse de bazı zihinlerin değişemediğinin, Anadolu’nun birleştirici ruhuna nasıl yabancı kaldıklarının en basit göstergesiydi. Şimdiye kadar herhangi bir siyasi tarafından kınama mesajı yayınlanmaması ve cezasızlık nitekim ilgili şahsın bu sözleri rahatça telaffuz edebilmesinin de yolunu açmaktadır.
Günümüzde en iyi tahminlerle bile sayıları toplamda 100 bini bulamayan, mozaiğin azalan parçaları olarak tarif edebileceğimiz azınlık vatandaşlarımızın huzur içinde yaşamasını istiyorsak, siyasi tartışmalara onları alet etmeden, geçmişin hataları ile yüzleşerek yaşanabilir bir iklim yaratmak zorundayız. Bir gün gereken samimi özürlerin dileneceği, kardeşçe bir gelecek kurabildiğimiz yarınlar dileğiyle!