Terasta oturmuş kitabımı okurken, o anda yan komşunun, kızına söyledikleri kulağıma çalındı. “Ben senin yerinde olsam” diye başlayan, sanırım öğütler içeren sözler! Konuşulanları hiç dinlemedim, ancak onun yalnızca bir sözü üstüne şunu düşündüm: Ben, bir başkasının yerinde olabilir miyim?
Doğrusu, sanmıyorum! Kendi payıma hiç kimsenin, bir başkasının yerinde olamayacağını düşünüyorum. Ne yaşı, ne yaşadıkları, ne birikimi, ne bilgisi, ne de deneyimleri nedeniyle… Bu yüzden bir öğüt verdiğimizde, sözlerimizin anlaşılmasını ve buna uyulmasını beklemek ne denli gerçekçidir, onu da bilemiyorum. Her zaman yinelediğim gibi, ömrümüz boyunca hepimiz, kendi deneyimimizi yaşamak zorundayız! Bu yüzden iyiliğimize, yararımıza bile olsa, söylenenleri çoğu kez duymazlığa gelebiliyor, yine bildiğimizi yapıyoruz.
Bu sözlerim elbette ki yalnız kuşaklar arasında değil, her alanda, her tür insan ilişkilerinin olduğu ortamlarda geçerlidir. Yaşımız, sosyal konumumuz, birikimimiz ne olursa olsun, her birimiz için söylenenleri, yapılanları eleştirmek, bir sorumluluk duymadan öğüt vermek kolaydır. Güç olan duygudaşlık yaratmak, karşımızdaki insanı bulunduğu konumda anlayabilmektir. O zaman vereceğimiz eleştirel öğütler yerine, kendi düşüncelerimizi, duygularımızı, hayallerimizi paylaşarak, belki de onlara daha çok yardımcı olabiliriz. Kendi payıma, tümceyi bu yüzden “Senin yerinde olsam” şeklinde değil, “Ben olsam” diye kullanmayı yeğlerim. Bu tür bir yaklaşımla, konunun seçimini karşımdaki insana bırakmış olurum ki, ister beni örnek alsın, isterse düşünceleri doğrultusunda kendi davranışlarını sürdürsün ve kendi deneyimini yaşasın.
Eleştiri ya da öğüt… Her ikisinin de insanları etkilemede, önemli birer sanat olduklarını düşünüyorum. Kuşkusuz bunun için de bilgi, birikim ve yaşanmışlık gerekiyor ki hem inandırıcı hem de yararlı olabilsin. Yoksa kendi yeteneksizlik ya da başarısızlıklarımızla başkalarını etkilemeye ya da onlara örnek olmaya çalışmayalım.
Ağır sıklet boks şampiyonu kaybettiği bir maçtan sonra ringden ayrılmış, çıkış kapısına doğru yürürken seyircilerden biri şöyle bağırmış: “Ben senin kilonda olsam, bu maçı alıp şampiyon olurdum!” Bunun üzerine şampiyon adama dönmüş, “O zaman neden hafif sıklet şampiyonu değilsin?” diyerek başı dik yürümeye devam etmiş.
Herkesin yanıtı, bu boksörünki gibi aynı olgunlukta olmayabilir. Bu tür bir çıkış karşısında ağır bir söz kadar, sert bir yumrukla da karşılaşabiliriz. Başta da söylediğim gibi hiç kimsenin bir başkasının yerinde olamayacağını düşünüyorum. Yakınlık kurabilir, anlamaya ve yardımcı olmaya çalışabiliriz; ama o kadar! Boksörün yumrukları yediği anda duyduğu acıyı, parçalanmış duygularını, yenilmiş olmanın ezikliğini, bırakın hissetmek, bazen anlatmak için bile sözcükler yetersiz kalabiliyor.
Ben senin yerinde olsam!
Görüyor musunuz, her gün kullandığımız sıradan bir söz, bana neleri düşündürtüyor?