Küçükken ne de çok ‘zavallı’ akrabamız varmış diye düşünürdüm. Böyle zannetmeme neden olan ise anneannemin artık melek olmuş aile fertlerimizden söz ederken isimlerinin başına mutlaka Fransızca ‘mon pauvre’ yani ‘zavallım’ sıfatını yerleştirmesiydi. Aslında pek o kadar da haksız sayılmazdı yaşlı kadın; kız kardeşlerinden biri henüz ergenlik yaşlarında hastalıktan, erkek kardeşiyse genç yaşında Auschwitz Ölüm Kampında can vermişlerdi. Fakat kendisinden yaşça çok daha büyük ve hiç tanımadığım İshak Dedem eceliyle vefat etmiş olmasına karşın her nasılsa o da ‘zavallım’ ünvanına hak kazanmıştı. Bir de ‘zavallı’ Ancel Halamız vardı.
Aslında her şey ‘zavallı Ancel’ Halamızın, Madame A. Guéron ile aynı kişi olduğunu öğrenmemle başladı. Anneannemin anlatımıyla görümcesi 'zavallı Ancel’, Selanik’te dünyaya gelen beş kardeşin en küçükleri, en akıllısı fakat en talihsiziymiş. Çok genç yaşta evlendirildiği kocası kısa bir süre sonra intihar etmiş. Ancel çok geçmeden ikinci kez evlenmiş, ancak savaş nedeniyle kocası işsiz kalmış. Karı-koca maddi güçlüklere ve hayatlarını karartan çeşitli hastalıklara rağmen üç çocuk büyütmüşler. Ancel bir süre öğretmenlik de yapmış ama kısa yaşamı boyunca aksilikler peşini hiç bırakmamış. Nitekim sonu da trajik olmuş. Bir gemi yolculuğu esnasında salgına dönüşen koleraya yakalanarak hayatını yitirmiş. Naaşı ise aynı kaderi paylaşan diğer gemi yolcularıyla birlikte Akdeniz’in derin sularına gömülmüş. Yani Ancel Halamızın bugün bir mezarı dahi yok.
Ölümünden sonra Ancel’in büyük oğlu Marsel Fransa’da lejyoner olmuş, sonrasında da Fas’a gitmiş. 12 ve 15 yaşlarında olan Raşel ile Raul’u ise anneannem İstanbul’daki evine almış. II. Dünya Savaşından sonra Paris’e yerleşen Marsel, kardeşlerini yanına çağırmış, onlar da Fransa’ya taşınmışlar. Bugün artık hayatta olmayan kardeşlerden sadece geçirdiği çocuk felci nedeniyle kötürüm olan ‘zavallı’ Raul’u tanıdım; ‘zavallı Ancel’ Halamız hakkında bildiklerimse anneannemin anlattıklarından ibaretti.
Öte yandan, 1911-1915 yılları arasında, Edirne’deki Alliance Israelite Kızlar Okulunun müdürlüğünü yapmış olan Madam Gueron, I. Balkan Savaşı esnasında dört ay Bulgar kuşatması altında kalan, haftalarca bombalanan ve nihayetinde işgal edilerek yağmalanan kentte yaşadıklarını, gördüklerini günü gününe kaleme almıştı. Edirne kurtarıldıktan bir ay sonra da bu anılarını bir mektubunun ekinde Alliance’ın Paris’teki merkezine göndermişti.
İşte bu anılar, 2002 yılında, “Journal de siège d’Andrinople, 30 Octobre 1912 - 26 mars 1913” başlığıyla ISIS Yayınevi tarafından kitaba dönüştü. Ancak ne kitaptan ne de yazarından uzun süre haberim olmadı. Ta ki, ailemizin soyağacını oluşturma merakına kapılan akademisyen yengem Amerika’dan bana ve anneme yazana dek. Meğer ‘zavallı Ancel’ diye bildiğimiz halamız, 1912-1913 Edirne kuşatmasını kaleme alan Alliance Kız Okulunun müdüresi Madame Angèle Guéron ile aynı kişiymiş.
Oldukça yalın bir dil fakat edebi bir üslupla kaleme alınmış olan anıları okurken çok etkilendim ve sevgili Metin Delevi’nin aracılığıyla Alliance Israelite Universelle’in Paris’teki merkeziyle irtibata geçtim. Kendilerine Angèle Guéron’un Edirne kuşatması anılarını Türkçeye çevirmek istediğimi bildirdim. Yanıt aynı gün geldi ve memnuniyetle yardımcı olacaklarını, bu arada kitabı yayınlayacak editörün projeyle ilgili bazı teknik ayrıntıları ve baskı adedini bildiren bir yazıyla kendilerine müracaat etmesi gerektiğini bildirdiler. Hemen akabinde de Angèle Guéron’un 1911-1915 yılları arasında AIU’nun Paris merkeziyle yapmış olduğu tüm yazışma ve evraklarını (toplam 621 sayfa mektup, telgraf, kartpostal, fatura vb) yine Metin Delevi vasıtasıyla bana ulaştırdılar.
Şimdi artık elimin altında kapsamlı bir günlük ile birlikte çözülmeyi bekleyen altı yüzü aşkın mektup vardı. Derhal günlüğü çevirmeye koyuldum. Boğazımdan hiç eksilmeyen bir düğümle Angèle Guéron’un anılarını okuyup çevirdikçe Edirne kuşatmasını gün be gün yaşamaya, o anların sıkıntılarını, endişelerini, korkularını Ancel Halamla birlikte yaşamaya başladım. Elimdeki bu değerli malzemeden müthiş bir hikaye çıkacağı kesindi, fakat bunu layıkıyla başarabilecek miydim acaba? Başta bunları kurgulayıp romanlaştırmayı düşündüm, fakat zamanla birlikte bu fikrimden caydım. Mektupları sadeleştirip öylece bırakmak daha doğru geldi bana.
Derken pandemi başladı. Evdeki ‘ıssız ada’ ortamı başladığım işi bitirmem için bana eşsiz bir fırsat sunmuştu. Ne ki, işler hiç de düşündüğüm gibi gitmedi. Kalemim bir türlü işlemiyordu; elim tutulmuştu sanki. Ara verdim. Bu arada iki yeni kitap yazdım. Biri yayınevinde, diğeri bilgisayarımda gün ışığına çıkmayı bekliyorlar... Angèle Guéron ise hâlâ taslak halinde. Aşılarımı da olduğuma göre, sanırım artık tam sırasıdır; bir cesaret işe koyulmamın zamanı geldi... İşte bu nedenle siz değerli okurlarımdan bir süreliğine de olsa izin istiyorum. Yeniden görüşmek ümidiyle sağlıklı, huzurlu bir yaz diliyorum.