Benim ülkem de böyle olsa…

Mois GABAY Köşe Yazısı
23 Haziran 2021 Çarşamba

Son zamanlarda ne kadar kaba bir ülkeye dönüştük hiç düşündünüz mü? Siz hiç yurtdışında konu milli maç olduğunda “Bu akşam Makarna’ya koyuyoruz!” diye çirkin reklamlar yapan veya Milli Takım marşı yazayım derken değerli milli sporcularımızı Kahraman Mehmetçik ile özdeşleştirmeye çalışan bir anlayış gördünüz mü? Neden böyle tuhaflıklar sadece benim ülkemde olur? Malum firma, reklam ajansı ile ilişkilerini kestiğini belirtse de o reklam çıkılırken hiç mi fark edilmemiştir?

Neden Cemil Kandemir isimli sağlık memuru Boğaziçi Üniversitesi’nde eylem yapan öğretim üyelerine cevap olarak “Hepiniz şerefsizsiniz. Hainsiniz. Yahudisiniz. Allah belanızı versin inşallah!” gibi bir mesaj yayınlamak ihtiyacı hisseder? Yoksa ötekileştirilen gruplara karşı nefret söyleminde bulunmak yükselmek ve üstlerine karşı makbul görünebilmek için bir araç mıdır? Cemil Bey hiç hayatında Yahudi görmüş müdür? Sormadığımız ve soramadığımız bu gibi sorular biz Türk Yahudileri için bu ülkede nasıl bir gelecek vaat etmektedir?

Düşüncenin her korkudan azat edildiği bir ülke hayal edelim… Siyasi liderler birbirleri hakkında yaptıkları her açıklamadan sonra diğeri sadece “Teşekkür ederim, teveccühünüz” diye karşılık veriyor. Nezaket ortamı siyasilerden başlayarak ülkenin her kademesine yayılıyor. Çoğulculuk bir zenginlik olarak görülüyor. Kadınların ve çocukların toplum önündeki yerlerini ön plana çıkarmak için stratejiler yapılıp, üniversiteler her görüşün serbestçe paylaşıldığı, hiçbir baskı altında kalmadan rektör ve dekanların öğrencilerle sürekli bir iletişim içinde olduğu alanlara dönüşüyor. Rant için şehrin her köşesinde doymak bilmez gözlerce dikilen betonların yerini yemyeşil huzur içinde bir doğa alıyor… Gazetecilik şimdilerde tek kanadın yayın organı olmaktan ziyade asli görevi ‘bekçi köpeği /watchdog’ rolüne dönüyor ve güç odaklarını denetlemeye ve topluma sadece haber vermeye devam ediyor… Düşünsenize ne güzel olurdu? Benim ülkem de böyle olsa…

***

Salgın sonrası turizme ne kadar hazırız?

Şu sıralar hiç şöyle adalardan birinde sahilde balık lokantasında keyif yapmayı denediniz mi? Peki ya Caddebostan Plajı, Suadiye’den denize bakmayı? Marmara Denizi’nin iflası sizlerin de içini acıtmıyor mu? Adadan denize girmek artık bir hayal mi dersiniz? Geçtiğimiz hafta sevgili Tilda Levi’nin de köşe yazısında belirttiği gibi Büyükada’da halihazırda bir türlü çözüme kavuşamayan elektrikli araç sorununa ne demeli? Adada araçlardan yürüyecek veya bisiklete binecek yer kalmamışken bir de turistler geldiğinde nasıl başa çıkacağız? Salgın sonrası beklenen turizm patlaması gerçekleşirse eğer, patlayan sadece turizm değil İstanbul’un altyapısı da olabilir…

Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiğim Hasköy-Sütlüce gezisi vasıtası ile yapımı devam eden Tersane İstanbul projesini de yakından görme fırsatım oldu. Projenin içerisinde 400 yatak kapasiteli iki otel, Haliç bilim merkezi, 1000 kişi kapasiteli camii, 70 yat kapasiteli iki liman ve sosyal alanlar planlanıyor. Üç yıla yayılan projede ayrıca sosyal, ekonomik ve kentsel dönüşümün bir arada ilerlemesi planlanıyor. Peki Haliç Tersanesine yürüme mesafesindeki, tarih boyunca Sefarad ve Karay Yahudilerine ev sahipliği yapmış, halen bakıma muhtaç sinagoglarımızı barındıran bu bölgenin Tersane İstanbul projesi kapsamında turizme kazandırılması nasıl olurdu? Hasköy’e her gittiğimde Sinyora ve Mayor Sinagoglarının terk edilmişliği, ahşap evler, eski Yahudhaneler, Kula, Abudaram (Parmakkapı) Sinagogunun sessiz tanıklığı içimi acıtıyor. İzmir Kemeraltı Sinagoglarında gerçekleştirildiği gibi bir projeyle bu bölge turizme açılırken sinagoglarımız da restore edilip yerli yabancı misafirlerini ağırlayacak hale gelebilse ne güzel olurdu. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri orta ölçekli sanayiye kurban ettiğimiz, sahil yolu inşaatları ile beli bükülen ve unutulmuş Haliç hattımızı canlandırmak istiyorsak AVM dışında sunabilecek tarihi zenginliklerimizi de ortaya çıkarmak için şimdi tam zamanıdır! 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün