A Milli Takım, 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası macerasını çok büyük bir hayâl kırıklığıyla noktaladı. Potansiyel olarak çok büyük ümitler vadeden turnuvanın en genç takımı, grup aşamasında oynadığı üç maçı da kaybederken, sekiz gol yedi ve sadece bir gol atabildi. Sadece yenilgiler değildi moral bozan. Şampiyona süresince oynanan ya da daha doğru bir deyişle oynanamayan oyun, fiziksel ve zihinsel zafiyet, teknik ve taktik yoksunluk, reaksiyon refleksinin hiç olmaması hepimizi fazlasıyla üzdü. Oysa beklentiler çok daha farklıydı. Grup üçüncüsünün bile bir üst tura çıkma ihtimalinin olduğu bir turnuvada biz çeyrek final rüyaları görürken, yurtdışındaki futbol uzmanları da milli takımımızı şampiyonada sürpriz yapabilecek ekiplerden biri olarak gösteriyordu. Ancak olmadı. üçte sıfır çektik ve evimize geri döndük…
Karşılaşılan bu sonuç dünyanın her yerinde teknik direktöre yazar. Potansiyeli ve beklentileri olan takımın adı Türkiye değil de, Slovakya da olsa, Belçika da olsa, İngiltere de olsa; takım eğer o turnuvada hazır bir görüntü sergileyememişse hesabını teknik direktör verir. Dolayısıyla Milli Takımımızın, EURO 2020’deki yaşadığı hayâl kırıklığının en büyük sorumlusu Şenol Güneş’tir…
Avrupa Şampiyonası’na daha uzun süre hazırlanabilmek için Süper Lig’de geçen sezonun son haftalarının çok sıkışık bir takvimde oynanmasını isteyen Şenol Güneş, belli ki turnuva öncesi yapılan kamplarda takımı iyi hazırlayamamış. Çok belli ki; söz konusu dönemde bir teknik direktör olarak oyunculara kariyerlerinin en önemli organizasyonlarından birinde yer alacakları, milyonların gözünün onların üzerinde olacağı fikrini aşılayamamış. Çok belli ki; yeni jenerasyonla iletişim dilini yakalayamamış. Çok belli ki; turnuva boyunca fiziksel olarak yıpranmış, atletik olarak tükenmiş görüntü veren milli takımı iyi çalıştıramamış. Alınan sonuçlardan çok belli ki; kadro seçiminde büyük hatalar yapmış, turnuvaya götürdüğü 26 kişiden 16-17’sini sıklıkla kullanmış, diğerlerini ‘dekor olsun’ diye yanına almış. Çok belli ki; futbolun bir temas oyunu olduğunu, mücadele etmeden hiçbir kazanımın elde edilemeyeceğini, yürüyerek hücuma çıkılamayacağını veya rakibe uzaktan bakarak markaj yapılamayacağını milli futbolculara anlatamamış. Oynanan maçlarda yaşanan hiçbir soruna çare üretememiş, gerek oyuncu gerekse diziliş değişiklikleriyle çözüm yolu bulamamış bir teknik adam performansı var önümüzde. Maçtan maça gelişemeyen, hatta ne yazık ki maçtan maça daha da sıradanlaşan ve hepimizi vasada mahkûm eden bir milli takım vardı sahada. Ve de bu duruma kayıtsız kalan bir teknik adamı. Kaybettiği her maçın ardından yaptığı “İtalya karşısında aldığımız yenilgi bizi çok geri itti” açıklamasından da anlaşılabileceği gibi, turnuvanın ilk maçında yaşanan mağlubiyet sonrası oyuncularını rehabilite edememiş bir Şenol Güneş profili var karşımızda.
Üç maçta üç mağlubiyet alan, bir gol atıp sekiz gol yiyen her takımın teknik direktörüne sorulması çok doğal olan “İstifayı düşünüyor musunuz?” şeklindeki soruya sinirlenen Şenol Güneş, bilmiyor mu gazetecinin kamuoyunu bilgilendirmek adına kendisine soru sorduğunu?.. “Hesabımı Türkiye Futbol Federasyonu yönetimine veririm, size değil” yanıtını sadece soruyu soran kişiye değil onu izleyen milyonlara verdiğinden bihaber olabilir mi? Uzun uzun konuşmaktansa, kısa ve net cümlelerle -hele hele yeni nesille aynı frekansı yakalamanın çok zor olduğu bu dönemde- derdini ifade etmenin artık bir zorunluluk olduğundan habersiz olabilir mi?
Dediğim gibi, adı Türkiye veya başka bir ülkenin milli takımı olsun; böylesine bir başarısızlık varsa ortada, o en başta teknik direktöre yazar.
O yüzden hesap lütfen!..