Dünyanın en pratik çözüm üreten bireyleri, ‘yurdum insanı’. Eski yazılarımın birinde, bir temizlik işçisinin sokağı süpürmek için gereken faraş ve süpürgeyi nasıl imal ettiğini anlatmıştım. On kiloluk boş bir yağ tenekesini ortadan kesip, üst kısmını oyduktan sonra, ucuna uzun tahta sopayı geçirdiğinde ortaya bir faraş çıkmıştı. Topladığı kuru dalları demet haline getirip, diğer bir tahta sopaya sıkıca bağlayıp süpürgeyi oluşturmuştu. Günümüzde bu işleme ‘tasarım’ deniliyor. Tasarımın başlıca özelliklerinden biri, etiketinde bol ‘sıfır’ olması. O zaman da değeri artıyor.
***
Temcit pilavı gibi aynı konuya dönüyorum. “Bir lafı kırk kere tekrarlarsan, gerçekleşir” diye bir inanç vardır. Hurafe veya değil, anlatmayı sürdüreceğim. Büyükada eski fayton meydanında gerginlik her gün giderek artıyor. Minibüs ve taksi sayısının yeterli olmadığı, aküleri çabuk bittiğinden yola çıkamayan araçlar ile kuyruklarda uzun süre bekleyen insanlar çok mutlu bir tablo sergilemiyor. Yeni araç siparişinin verildiğini ve inşallah/maşallah, ağustos ayında gelecekleri söyleniyor. Bunun anlamı ise, bu yaz da beklentiye girmeyin.
Konu, ‘kendin pişir, kendin ye’ye dönüştü. Meydanda dolaşan İETT görevlileri, talimat mı verildi, kendileri mi harekete geçtiler, bilemem ama birden, ‘dolmuş-taksi’ yöntemi başladı. Gerçekten çok yaratıcıyız. Zihin hep yan yollar için çalışıyor. Prosedür şöyle: beklediğiniz kuyruk ve gideceğiniz yön fark etmiyor. Boş bir araç yaklaştığında, İETT görevlisi -eski kahya- “Nizam yolcuları sıradan binsin” diye sesleniyor. Şanslıysanız, yarım saat sonra bir araç daha geliyor. Bu kez, “Maden yolcuları çabuk, çabuk” deniyor. Elbette bu yöntemin bir bedeli var. Ada Kartı ile ödediğimizin çok daha fazlasını ödüyorsunuz.
Belediye hizmetlerinin yeterli olmadığı bu duruma ‘faytonlar kalksın’ diye feveran edenler şimdi çok arzu ettikleri bu değişime bir çözüm getirmekle yükümlü. Yıkmak, yaratmaktan kolay. 153’ü aramaya devam.
***
Gülen yüzleri hiç unutmam. Yakınlığım olmasa da sokakta rastladığımda mutlu olur selamlaşırım. Tıpkı haziran başında sezonun son konserini, Zoom’dan veren ‘İkinci Bahar Korosu’ üyeleriyle olduğu gibi. Bir akşamüstü, YouTube’dan klipi izlerseniz hem keyif alacak, hem de iletmek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
***
Değişim baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Bu esnada ‘dostluk’ kavramı da kabuk değiştirdi. Önceleri, yaz aylarında, en iyi arkadaş teknesi olandı. Müsilajla birlikte, şimdilerde en iyi arkadaş, evlerinde büyük havuzu olanlar…
***
Sinovac, Pfizer, Moderna’nın yan etkileri martılarda da görülmeye başladı. Mide yerine ‘kursak’ bozukluğundan muzdaripler. Her sabah kalktığımda koyu renk balkon demirlerinin üstü, ‘pop-art’ misali beyaz lekelerle dolu. COVID’den kaçayım derken Delta’ya mı yakalandılar? Tek bildiğim her gün elimde ıslak bez, sil sil bir hal oldum.
Martılar Ada’nın bir simgesiyse, dondurmacı Yunus paye verilmesi gereken bir simge. Babadan oğula, onların da çocuklarının mesleği sürdürmesi, yıllardır kaliteden ödün vermemesi gerçek Adalılar için bir nimet.
Bu sene Ada’dan Bodrum’a transfer olan eş/dostu göremeyen Yunus ise hayli üzgün.
***
Facebook, eski popülaritesini kaybettiyse de bazen ilginç görüntülere rastlanıyor.
Babalar Günü’nde FB sayfaları mezarlık ziyaretine dönüştü. Albümlerden çıkarılmış, kimi renkli, kimi siyah/beyaz, baba-kız fotoğrafları… Alt satırda “Özlüyorum, seni unutmadık, huzur içinde uyu” gibi klişe cümleler. Bir tutarsızlık var. Dışa dönük ve duygularını yansıtırken rahatlıyorlar ya da ben içe dönük olduğumdan özelimi paylaşmaktan hoşlanmıyorum.
Emin olduğum nokta, babam FB’ta resmini görmektense, onun yerine Yunus’tan, ‘vişne, kaymak ve çikolatalı’ bir dondurma yememi tercih ederdi.