Aynı biyolojik yapıda olan hemcinslerimizin bazıları, giderek artan oranda neden bilgiye yüz çevirir ve rüyada görülse bile inanılmayacak kimi teorilere, yani komplo teorilerine inanmayı, hakikate ulaşma yolunda yegâne yol olarak görür, gerçekten bilinmez ve anlaşılmaz…
1990’ların sonunda, dünyayı Reptilian /Sürüngenler ırkının yönettiği iddiasını atan eski futbolcu David İcke’ye göre, insan formuna girmiş uzaydan gelen sürüngen bir ırkın hakimiyeti altında inim inim inliyoruz; onların kölesi durumuna geçmiş bulunuyoruz.
İşin ilginç tarafı bu komplo teorisine inananların sayısının özellikle ABD’nin Cumhuriyetçi gelenekten gelenler arasında bir hayli artması. Komploya göre, Kraliçe Elizabeth, George Bush, Hillary ve Bill Clinton ve Henry Kissinger bizi kötü emellerine alet eden bu sürüngenler ırkının en önde gelenleri.
ABD’deki Cumhuriyetçilerin iktidarlarında, özellikle son Donald Trump döneminde su yüzüne çıkan komplo teorilerinden en ünlüsü ise Q’Anon. 2017’de ortaya çıkan bu yeni akım komplo teorisine göre Donald Trump, siyaset, iş ve eğlence dünyaları ile ve medya sektörlerinin ünlü yöneticilerinin kurduğu, pedofili ağı ile kendini gösteren gizli bir ‘derin devlet’ oluşumuyla mücadele etmekte.
Bu temelden yoksun teoriyi savunanlar, ABD’nin gizli ve Q koduyla bilinen tüm belgelere sahip olduklarını ve Trump’a karşı büyük bir gizli savaşın olduğunu iddia etmiş ve çok büyük bir oranda taraftara sahip olmuşlardı. Görevi başındayken kendisine bu oluşumla ilgili soruya ise Trump, “Pek fazla bir bilgim yok ama hepsi güzel insanlar” demişti. Son başkanlık seçimini kaybeden Trump, adını vermeden bu komplo teorisine atıfta bulunarak, “Hile ve hırsızlık sonucu seçimi kaybettiğimi kabul etmemi istiyorlar ama seçimi ben kazandım” görüşünden bir milim şaşmamış, devir teslim törenine bile katılmamıştı.
Seçim sonuçlarının belirmesinden hemen sonra Q’Anon taraftarları adeta bir darbeye teşebbüs edercesine Kongre Binasını basmışlar; polisle çıkan çatışmada biri polis olmak üzere beş kişi hayatını kaybetmiş ve baskın, ABD tarihinin en karanlık günü olarak kayda geçmişti…
***
Bilgi felsefesinin 17. yüzyıl önderi sayılan Baruh Spinoza’ya göre insan, endişeleri ya da umutları doğrultusunda fantezilerin peşine takılmakla yetindiği anda, bilgiyi terk etmiştir.
Şöyle demişti Spinoza: “İnsanlar yaşam koşullarını niyetleri doğrultusunda diledikleri gibi düzenleyebilecek kudrete sahip olsalardı veya talihleri her zaman yaver gitseydi hurafelerin pençesine düşmezlerdi…”
Aynı insanlar, tarih boyunca batıl itikat ve hayal ürünü efsanelere yenik düştü ve bugün de düşmeye devam ediyorlar. Yuval Harari de komplo teorilerine inanmayı şöyle açıklıyor:
“Küresel komplo teorileri, sayısız karmaşık sürece tek ve doğrudan bir açıklama sundukları için, kısmen geniş bir takipçi grubuna çekici gelebilir. Yaşamlarımız, sürekli savaşlar, devrimler, krizler ve salgınlarla sarsılıyor. Ama bir küresel komplo teorisine inanırsam, her şeyi anladığım şeklindeki rahatlatıcı duygunun tadını çıkarabilirim.
Suriye savaşı mı? Orada ne olup bittiğini kavrayabilmek için Ortadoğu tarihini incelemem gerekmez. Bu savaş büyük bir komplonun parçasıdır. 5G teknolojisinin geliştirilmesi mi? Radyo dalgaları fiziği hakkında araştırma yapmama gerek yok. Bu bir komplo. COVID-19 salgını mı? Onun eko-sistemler, yarasalar ve virüslerle bir ilgisi yok. Komplonun bir parçası olduğu gayet açık.
Küresel komplo teorisi bir maymuncuk; dünyanın tüm gizemlerinin kilidini açar ve özel bir çevreye girmemi sağlar. ‘Anlayan insanlar’ grubuna. Beni sıradan insandan daha akıllı ve zeki kılar ve hatta entelektüel elit ve yönetici sınıfının üstüne çıkarır: profesörler, gazeteciler, politikacılar. Onların gözden kaçırdığı (ya da gizlemeye çalıştığı) şeyi görürüm.”
Ve şimdi de komplocular, COVID-19’la ve onu yok etmek için yola çıkan yegâne güç, bilimin yarattığı aşılarla ilgili komplo teorileriyle sarmaş dolaş durumda.
Virüsün, insanlığı yok etmek için laboratuvarda üretildiği teorisinden tutun da, bulunan aşıların insanlara uygulanması ile Bill Gates’in rüyasını gerçekleştirme şansını yakaladığına inanıyorlar. Diğer bir deyişle aşı olan herkesin görünmez bir çip ile milyarlarca insanın takip edileceği safsatasına kadar, ne ararsanızın var olduğu über saçmalık dünyasına hoş mu geldik, yoksa Alexandre Cabanel’in, Cennetten Kovulma tablosunun içinde yaşadığımız dünyadan kovulma versiyonunu mu görüyoruz, bilinmez.
Aşı olmanın bireysel özgürlük kapsamında değerlendirilmekten öte toplumun, yani içinde yaşadığımız insanlar topluluğunun ortak bir sağlık meselesi olduğunu, dolayısıyla aşı olmamaya karar verme özgürlüğünün toplum içinde yaşadığımız müddetçe pek mümkün olamayacağını anlatmakta çok zorlanıyoruz. Normal hayata geçmek için virüsün ortadan kalkması ve bunun için de aşılamanın toplumun yüzde 70-80’ine uygulanmasının gerektiğini bilim söylüyor ve nitekim bu oranlara yaklaşan ülkelerdeki büyük iyileşme gözleniyor. Ancak virüs sürekli mutasyona uğradığı için kitlesel bağışıklığın olmadığı toplumlarda özellikle aşılanmamış insanlar etkilenip kendilerine ve çevrelerine zarar veriyorlar. Bu kadar basit bir bilimsel mantığa rağmen aşı karşıtlarının ve bu konumlarını güçlendirmek adına yaydıkları veya inandıkları aşı karşıtı komplo teorileri ile nasıl başedilir, bu da bilinmez.
Ünlü Hollywood aktörü Sean Penn, Cannes’da son filminin gösterimiyle alakalı yaptığı bir konuşmada, aşı karşıtlarını kıyasıya eleştirmiş. Dediği şu: “Aşılanma konusunda tereddüt edenlere saygı duyuyorum ama özellikle kendi hayal dünyalarında yaşayan Evanjelistlerin bu tereddüdü sömürerek komplo teorilerini yaymaları affedilir gibi değil. Zira aşılanmama durumunda etkin olacak virüsün yeni varyantları, günde 10 milyon kişiye öldürebilecek boyutta büyük bir yıkıma neden olabilir. Aşı karşıtları anladığım kadarıyla yaradanlarına bir an evvel gitmek istiyorlar ama tüm dünyanın yıkımına da neden olacaklar.”
***
Matematiğe, bilime sırt çevirenler, bilgiye güvenmeyip hayallerindeki fantezilerini hakikat sayıp çevresindekileri zehirleyenler affedilmez bir kötülük yapıyor insanlığa, bilinçli veya bilinçsizce.
Ülkemizde de hiç eksik olmayan bu kötücül hayal tacirleri ile mücadele, toplumsal sağlık adına boynumuzun borcu olsun.
Gözlem Yayınları’nda çok değerli iki kitabın yayınlanmasından ŞALOM olarak gurur duyduğumuzu ifade etmek isterim.
Holokost döneminde Theresienstadt Ölüm Kampında, yaşama tutunma adına müzik ile uğraşan, öldürülmeden önce klasik müzik dünyasına ölümsüz eserleri miras bırakan sessiz kahraman sanatçıların hayatlarını ve eserlerini kamp iklimi perspektifinden belgelerle anlatan yazarımız, piyanist Renan Koen, ölümsüz bir esere imza atmış. İsmi: Pozitif Direnç.
Mutlaka okunması ve defalarca, içerdiği eşsiz bilgilerine başvurulması gereken bir eser. Kitabın artısı ise tarih boyunca dünyanın muhtelif yerlerinde yaşanmış Yahudi karşıtlığının vaka vaka dökümü ve özet anlatımı.
İkinci kitap ise yazarımız Yusuf Besalel’in Yahudilik üzerine bilinmesi gereken her bilgiyi ve temayı konu eden, uzun yıllara dayanan yazılarının toplandığı, ‘Yahudilik’ eseri. Bilgi peşinden gitmekten hiçbir zaman vazgeçmeyecek tüm okurlara şiddetle tavsiye ediyorum.