Bu Şabat ‘Şabat Nahamu – Teselli Şabat’ı’ olarak bilinir. Bu haftadan itibaren Yeşayau peygamberin yedi ‘teselli’ veren Aftara parçasını okumaya başlarız. Yeşayau’nun 40/1’de yer alan cümlesi “Nahamu nahamu ami / Teselli edin kavmimi teselli edin” şeklinde başlamaktadır. Böylelikle Şiva Asar beTamuz’dan beri üç haftadır süregelen matem süreci yerini teselli haftalarına bırakır. Burada anlamlı bir soru sormak gerekir: Ne olmuştur da toplum Tişa be Av’ın hemen sonrasında teselli bulmaya başlamıştır?
‘Al naarot Bavel’ sözleriyle başlayan Teilim’in 137. mizmor’u birinci Bet Amikdaş’ın yıkılmasından sonra sürgüne giden Yahudilerin geçirdiklerini anlatır. Mizmor “Babil ırmaklarının üzerinde oturduk ve Tsiyon’u anımsadıkça ağladık” ifadesiyle başlar. Mizmor’da Tanrı’ya şükran şarkıları söylerken artık arplarını söğüt ağaçlarına astıklarını söylenmektedir. Bu cümlede garip bir şeyler vardır. Neden müzik aletlerinin söğüt ağaçlarına asıldığı belirtilmektedir?
Mizmor’u irdelerken bir başka garip duruma daha bakacağız. Babilliler Yahudilerden Tsiyon’dan şarkılar söylemelerini istemektedirler. Babilliler Bet Amikdaş’ı yıkan, Yeruşalayim’i tahrip eden, ordularıyla Yeuda krallığını yıkarak halkını sürgüne gönderendir ve nasıl olur da Yahudilerden şarkı söylemeleri beklenmektedir? Sürgünü büyüteç altına almak suretiyle Yahudi halkının tepkisini ve bu Şabat hissettiğimiz teselliyi anlamaya çalışalım.
Günümüzün özgür ülkelerinde yaşayanların sürgünün anlamını ve burada tecrübe edilen zorlukları anlamaları son derece zordur. Özgür ülkelerde yaşayan bizler için sahip olduğumuz özgürlükler, haklar, maddi manevi zenginlikler vardır. Birçok ülkede Yahudiler son derece önemli mevkilerde kendilerine yer bulabilmektedir. Evet, Pesah akşamı köle olduğumuz ifadesi yer almaktadır ancak bu kölelik bahsi geçen fiziksel kölelikten ziyade manevi anlamda bir köleliğe gönderme yapmaktadır. Manevi köleliğin ne olduğu ve nelerin kölesi olduğumuzu bir başka yazımızda sizlerle paylaşmıştık.
Köleliğin iki yüzü vardır. Pasuk, “Beni kardeşimin elinden Esav’ın elinden kurtar” demektedir.
Zaman zaman sürgünün karakteri Esav’ın yüzü gibidir. Son iki bin yıllık sürgünümüz Esav’ın zulüm dolu yüzü olmuştur. Burada hepsini anmaya gerek olmasa da İspanya engizisyonu, Rus pogromları ve Holokost fikir sahibi olmak için yeterlidir. Bu tip sürgüne Yahudi toplumu alışık olmuştur.
Ancak sürgünün bir de farklı yüzü vardır. Pasukta hem ‘kardeşim’ hem de Esav demektedir. Elbette ikisi aynı şeydir ama ‘kardeşim’ sözcüğü sürgünün bir diğer yüzünü oluşturmaktadır. Sürgün veya bunun müsebbipleri bizlere ‘arkadaş’ gibi davranmaktadır. Fransız devrimi sırasında ulusal parola ‘Liberté, égalité, fraternité / Özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ şeklindedir. Napolyon Fransa’da yaşayan Yahudileri ‘kardeş’ olarak görmüş onlara her türlü hak ve imtiyazı tanımıştır. İşte bu tip sürgünün bir başka ve daha tehlikeli olan yüzüdür. Gerçi ‘özgürlük’ parolasına sahip olan Fransa’da Dreyfus olayının da cereyan edebildiği akıllardan çıkarılmamalıdır.
Sürgünün fiziksel olarak acı olan yüzünde asimile olmak çok kolay değildir. Ancak daha ‘tatlı’ yüzü haklar, imtiyazlar içerse de çok daha tehlikeli bir boyut içermektedir ki bu kendi öz benliğimizi yitirmek ve bir başka toplumun içinde asimilasyona uğramaktır. Günümüz sürgünü ikinci tiptedir ve ne yazık ki asimilasyonu körüklemektedir. Bizden önceki neslin bizim nesle gerektiği gibi gelenekleri öğretmemesi nedeniyle birçok ‘minag’ unutulmaktadır. Bu nedenle çok gerilerden başlayan altın gelenek zincirinde kopmalar kaçınılmaz olmuştur. Kopan bu halkaları yeniden eklemek sanıldığı kadar kolay değildir.