“Bir ben, / kendime tanıdık. / Bir ben, / Kendime sakladığım. / bir ben, / herkesten gizlenen. / Bir ben, / kendime yabancı. / Bir ben, / içimde bilinmeyen” Berka Beste Kopuz, Otobiyografi, 2021
Şifa bulma yolculuğunun tüneli. Karanlık bir yoldan ışığa ulaşma umudu… Sesler… Dışarıdan gelenler ve insanın iç sesleri… Metronun geçişi gibi hayatın da geçişi şifa yolculuğunda… Güvenli bir toplum arayışı belki, orada dışımızda, ama aynı zamanda içimizde de… Üst üste, katman katman yazılan hakaretlerimiz, kişisel yaşam birikimlerimiz, birikintilerimiz, toplumsal olaylar, arşivler, evraklar, gazete küpürleri, travmalar, röntgenler, teşhisler… ‘Unutuş’… Önemlerine göre değerlendirmeden, oluşlarına göre bizi tünelin içinde yıkılışa ya da tünelin dışına taşıyacak ne varsa hepsi orada. Bağışlar, Or Ahayim’den Surp Pırgiç’e, Balıklı Rum’dan Surp Agop ve Bulgar Hastanesine İstanbul’a hizmet etmiş ve etmekte olan beş gayrimüslim hastane üzerinden yaşanmışlıklar, doktorlar, hastalıklar… Duvarlara kazınanlar ve yüreklerimize kazınanlar da. Toprağın altında belki ama hala hayatı soluyanlar… Biraz tarih, savaşlar, İspanyol gribi, 6-7 Eylül olayları, köleleştirme, iktidarın bedenleri gözetleme mekanizmalarıyla tahakküm altında toplumu terbiye etme çabası, uyku ve uyanıklık halleri ve tabi şifacı. İstanbul’da şifanın ve şifacının yolculuğu… Böyle karanlık ve derin bir yolculuk için Yaklaşım Tüneli’nden uygun bir mekân düşünelemezdi sanırım. Tam da tünelin sonuna geldiğinizde, kapalı cam kapının ardından geçişine denk geldiğiniz metro düşüncelerinizde serginin bir tamamlayıcısı olabiliyordu. Karanlık dehlizden çıkış, şifa, umut… Bazan ne kadar ulaşılamaz gözükse de bir o kadar yakınınızda… Yeşilin altında İstanbul’un derinliklerine inerek izlenen, Melis Bektaş küratörlüğündeki İstanbul’da Şifa Bulmak sergisini ne yazık ki son günlerinde gezebilme imkanım oldu. Bu yazı yayınlandığında sergi sonlanmış olacak, ama sorgulamaları bende uzun süre devam edecek gibi.
Nitekim, sergiden çıkıp Akbank Sanat’ta Fırat Neziroğlu’nun bedeni yeniden şekillendirmek üzerine kurduğu ‘Re-body’ sergisini gezmek istedim. Ancak bu sergiyi ancak 26-27 Temmuz’da belli saatlerde düzenlenecek bir dans performansı eşliğinde izlemek mümkün olacak. Sergi ve performans, sanat pratiğinde yıllardır dokuma üzerine çalışan Fırat Neziroğlu’nun bir tıp doktoru eşliğinde on hafta boyunca MS ve Parkinson hastaları ile yaptığı çalışmalar sonucunda dokumanın şifa yolculuğundaki katkılarını gözler önüne seriyor. Geleneksel olanı güne taşırken şifanın farklı katmanlarından birini de bu performansa deneyimlemek mümkün olacak gibi görünüyor.
Bir diğer şifalanma katmanı da, şehrin endüstriyel kültür mirasının restore edilerek geleneksel kullanım alanlarının dışında halkın yaşamına dahil etmek olsa gerek. Yüzyıllık fabrikaları, endüstriyel üretim alanlarını yıkıp arsalarına avm’ler ve yerleşim alanları dikmek yerine restore ederek, bu endüstriyel kültür mirasının tarihçelerinin anlatıldığı müzelerle toplumsal hafızayı canlı tutmak, yaşanmışlıkların konuşulmasını sağlayarak geçmişi geleceğe taşımak adına gerekse giderek büyüyen şehrin merkezine denk gelen bu fabrikaları dönüştürerek sıkışık şehir hayatı içinde topluma geniş ve ferah bir yaşam alanı sunmak hafızanın olduğu kadar toplumun da şifalanması adına önemli bir çalışma. Hele bu alanları kadük binaların ötesinde sergiler, konserlerle yaşayan, kültürel buluşma ortamlarına dönüştürebilirsek eğer. Son dönem İstanbul’da giderek daha çok endüstriyel kültür mirasının canlandığını görüyoruz. Bilgi Üniversitesinin kampüsündeki Enerji Müzesi Santral İstanbul, Beykoz Kundura Fabrikası, Fişekhane ve son olarak geçtiğimiz günlerde, İBB’sinin şehir halkının kullanımına açtığı Kadıköy Hasanpaşa Tarihi Gazhanesi…. Açılış, konserleri, etkinlikleri, ses/ışık gösterileri ve en çok da bu etkinlikleri izlerken yeşiline oturmuş insanları ile bir Avrupa ya da Amerika şehrinde olduğumuz hissiyatını yaratıyordu. İstanbul bu tür kültürel ortamlara hala çok aç aslında. Belediye yetkililerinin açılışta sanatçı ve tasarımcılara yaptığı “Projelerinizle gelin, burayı canlı tutalım” çağrısı da bir o kadar önemli. Çünkü toplumsal alanların yaşam kalitesi ve süresi ancak toplumun kendisi o alanı nasıl geliştirmek ve yaşatmak istiyorsa öyle gelişir. Ve toplum karanlık tünellerindeki safrayı boşaltıp tünellerini aydınlık düşünce ve duygularla besledikçe şifalanmak mümkün olur. O yüzden belediye’nin çağrısını ben de buradan paylaşmak istedim.
Meraklısına Not: