Her şey geçip gider zamanla

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
4 Ağustos 2021 Çarşamba

Her şey akar, her şey geçer, her şey biter, her şey kaybolur.

Geriye, hayal meyal hatırlanan, görmüş geçirmiş yüreğin anımsamakta zorlandığı zaman ötesi kareler kalır.

Ve en çok çocuklukla ergenlik dönemi arasında kalan o uçsuz bucaksız keyif ve haz anları ile sorumluluk dehlizlerine henüz girilmediği o güzelim salkım saçak dağınıklığındaki zamanın alabildiğine saf anları gelir, ağır tahribata uğramış zihinlere.

Ben en çok Caddebostan yaz aylarını hatırlıyorum. Hani, şimdilerde, söz dağarcığında sadece ‘Cadde’ olarak geçen Bağdat Caddesi’ni, orada bulunan açık gece sinemalarını, at arabaları gezintilerini ve tabii ki yazın olmazsa olmazı kum, plaj ve kiralık sandal yolculuklarını unutamıyorum.

Hayatın en önemli dinamiği olan, ‘geçip gitme’den bunlar da nasibini almaktan kurtulamamış. Artık oralarda ne atlı arabalar, ne yazlık sinemalar, ne plaj, ne kum, ne de sandal kaldı. Budak Sinemasındaki yaşanan gecelik çocuksu aşkları, Cem Karaca konserlerini unutmak ne mümkün. Her üç günde bir değişen vizyon filmleri, dapdaracık tahta sandalyelerde gecenin, karanlığın ve nemin girdabında nasıl da hayata nanik yaparcasına seyrettiğimi hatırlamak ‘geçip gitmeye’ lanet okumama yeter de artıyor bile.

Herkese açık, henüz ‘beach’leşmemiş plajların bugün üstünden kara yolu geçiyor olması tam da ‘her şey geçer, her şey biter’i çağrıştırıyor.

Bahçeli, mütevazi tek katlı evlerde, birkaç kilometre uzaktan geçen gece treninin kadim düdük sesi ve nane yapraklarının gecenin nemli serinliğinde yaydığı o muazzam koku eşliğinde yenilen akşam yemekleri dahi ‘her şey nasıl da geçer, nasıl da biter’i anımsatıyor örselenmiş ruhuma.

Marcel Proust geçmişine bir bisküit kokusu ile gidip, ruhunun karanlık tünellerinde girilmedik yer bırakmazken, bir başka koku beni sadece Caddebostan yaz gecelerine götürüyor.

Bahçeli evler de tek tek yok olup terkettiler o güzelim İstanbul gecelerini. Zira artık yoklar, zira artık rant uğruna yerlerine 20 katlı çirkin beton yığınlar arz-ı endam etmekte. Trenlerin, kimilerine göre ölümü ama bu yüreğe yaşamı ve ayrıksı güzellikteki geçmiş zamanları hatırlatan o siren seslerini artık duyamamak geçmişimi kaybettiriyor adeta.

Hayat ve bileşenlerinin hepsi geçiyor, hepsi bitiyor nihayetinde.

Her şey değişirken insan da hızla yaş alıyor.

Hızla yabancılaşıyor.

Hızla tükeniyor belki de…

***

Léo Ferré ne demişti o ölümsüz,’Avec le temps’ bestesinde:

Avec le temps...
Avec le temps, va, tout s'en va
Et l'on se sent blanchi comme un cheval fourbu
Et l'on se sent glacé dans un lit de hasard
Et l'on se sent tout seul peut-être mais peinard
Et l'on se sent floué par les années perdues- alors vraiment

Avec le temps on n'aime plus…

Zamanla,

Geçer, her şey geçip gider zamanla
Ve bitkin bir at gibi beyazlamış hissederiz
Ve bir şans yatağında buz tutmuş gibi hissederiz
Ve belki yapayalnız ama sakin hissederiz
Ve kayıp yıllarla aldatıldığımızı hissederiz- demek ki gerçekten
Sevmeyiz artık, zamanla…

Léo, neden ‘sevmeyiz artık’ demiş, bilinemez. Nedeni, geçmişin özlemi ve benzersizliği mi acaba?

Şarkılara QR kodu okutarak ulaşabilirsiniz

***

Mavinin en güzel arkadaşı yeşilin vücut bulduğu ormanlar da geçip gidiyor bugünlerde. İklim krizini yaratan insanoğlu geçmişini de geleceğini de bitiriyor böylelikle. O bitmek tükenmek bilmeyen hırsıyla, nitelikli görünüm altında yapay hayatlar kurma adına, Spinoza’nın, her küçük paydaşının birbiriyle uyum içinde yaşadığı, ezelden ebede gidecek olarak tasvir ettiği doğayı bitiriyor. Bir gecenin ertesinde geriye kalan ise cansız, kurumuş, katledilmiş doğanın cenaze görüntüsü oluyor.

Her şey geçip gidiyor, ama en çok da geçmişe ait güzel ne varsa yok oluyor nedense…

Belki de doğanın en kötü, en arsız canlısı bizleriz.

Geçmişin izleri doğal veya yapay müdahalelerle yok olurken, geleceğimizin de ölüm törenini hazırlıyoruz, ‘daha iyisine, daha güzeline, daha güçlüsüne, daha niteliklisine’ ulaşmak adına.

Yapacak pek bir şey kalmadı belki de. İnsanın hırsını ve kötülüğünü durdurmanın imkânsız olduğunu bilerek nefes almaya çalışmak en iyisi.

Bakın Morcheeba, o ölümsüz ‘Enjoy the Ride’ parçasında ne diyor:

With the moonlight to guide you
Feel the joy of being alive
The day that you stop running
Is the day that you arrive

Sana rehberlik eden ay ışığıyla

Hayatta olmanın tadını çıkar.

Koşmayı bıraktığın gün

Vardığın gün olacak.

En sadık dostumuz Ay’ın ışığını da bitirecek değiller ya…

Velhasıl, bisikletin pedalını çevirmeye devam etmek gerek.

Bıraktığımız an ya düştüğümüz ya da ‘vardığımız’, bittiğimiz gün olacak…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün