Öylesine bir dönemden geçiyor ki dünyamız, bir yandan seller ve kuraklık, öte yandan pandeminin getirdiği kabus, insanları, ne olduklarından, güçlerinden, yeteneklerinden, zenginliklerinden, beklentilerinden bağımsız bir şekilde hizaya çekiyor. Irk, etnisite, din gibi tarihin her döneminde kargaşa konusu olmuş farklılıkları tanımıyor. Doğanın kanunu öylesine işliyor ki, muktedir olma yolunda ilerlediğimizi sanan bizler, basit olaylar karşısında biçare kalıveriyoruz.
İstemek ve öngörmek ile ilgili sorunlarımız var. Siyasi sınırların içine kapanmış, karşımıza çıkan zorlukları bu sınırları gözeterek, onların bize tanıdığını sandığımız ayrıcalıklardan vaz geçmeden çözmeye çalışıyoruz. Sonuç, hüsran!
Geleceği borçlandığımız nesillere bırakacağımız dünyanın nasıl olacağını, sağlıklı bir yaşantının hangi şartlarda mümkün olabileceğini düşünmüyoruz bile. Kudret arayışı gözlerimizin önüne öylesine bir perde çekmiş ki, rasyonel değerlendirme yapma yeteneğimizi yerle bir etmiş.
Pandemiye karşı geliştirilen aşı meselesi ortada. Bilimin geldiği seviyeye şüphe ile yaklaşan, aşıya karşı bin bir komplo teorisi üreten insan yığınlarının yarınlara taşıyacakları ne olabilir ki?
Gezegenin dört bir yanını saran yoğun yangınlarla mücadelede veya deprem felaketlerinde devlet aygıtlarının tek başlarına hareket etmelerinin yeterli olamayacağı, ortaklaşa geliştirilecek stratejilere ihtiyaç olduğu, birçok olayla kanıtlanmış durumda değil mi? Güçleri, görüşleri, yaklaşımları farklı devlet yapılarının, insanlığın geleceğini etkileyecek bu tür afetlerin altından eşgüdümsüz kalkamayacakları, Kuzey Yarıküreyi etkisi altına alan yangınlara verdikleri reaksiyonla belli. Çaba var, ancak sonuç cılız.
Dayanışma bunu istemekle, birbirine koşulsuz güvenmekle başlar. Öngörmekle, planlamakla devam eder. Artan sıcaklıklara bağlı olarak benzer senaryoları üst üste yaşayıp gerekli önlemleri almamak, buna bütçe ayırmamak, görev bölümü geliştirmemek, tatbikat yapmamak, yaşamın gereklerini yerine getirmemek demektir… Durum yangında böyleyken, selde ve depremde çok farklı değil.
İnsan deprem ve sel gibi doğa olaylarına maruz kaldığında daha kırılgan oluyor. Doğrudan etkileniyor olmasından, can ve mal kaybına uğramasından, hayatının ileriye dönük kararmasından ötürü, bunlara daha duyarlı. Buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, sıcaklıkların bir ya da iki derece artması gibi, etkisini daha uzun vadede gösteren değişimlere ise neredeyse tamamen kapalı.
Nitekim, ülkemizdeki son yangın serisinde olsun, denizlerimizi kaplayan müsilaj belasında olsun, ortaya çıkan, yavaş ilerliyor gibi görünen süreçlerin nihayetinde geri dönüşü olmayan yıkımlara neden olduğu…
Ezberlenmiş sınırlar üzerinden felaketlere karşı koymak mümkün değil. Aynı dili paylaşmayan, aynı devlet olanaklarından yararlanmayan, yaşamdan beklentileri farklı, bilime benzer değeri vermeyen toplumların, eşgüdümsüz, bu gibi problemli durumlara karşı koymaları, geleceğe bırakılacak mirası korumaları nasıl mümkün olabilir?
Bin bir komplo teorisi ile aşı karşıtlığı yapan, salgının bir katliama dönüşebileceğini, bunu önlemenin en basit yolunun bilimin bahşettiği aşıyı olmak olduğunu, aksi bir durumun yarattığı tehlikenin başkalarını da etkileyeceğini anlamak istemeyenlerden ötürü…
Çevreyi, iklimi öncelikleri arasına almayan, insan haklarının yanında hayvan haklarını gözetmeyen, onları doğanın olmazsa olmazları olarak benimsemeyen, bitki örtüsünün, ormanların, denizlerin, solunan havanın gelecekten borçlanıldığını anlamayan, basit, gündelik hesapların peşinde koşanlardan ötürü…
Önceliklerimizi buna göre gözden geçirmeliyiz. Seçimlerimizi buna göre yapmalıyız.