1996-2001 yılları arasında Afganistan’ı yöneten Taliban rejimi, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası, ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesiyle iktidardan düşmüştü. Genel anlamıyla öğrenci (Arapçası Talib), bu bağlamda ise medrese öğrencileri anlamını taşıyan Taliban, ülkeyi yönettiği sürece kendi katı dünya görüşünü halka empoze etmiş, azınlıklara ve kadınlara karşı baskıcı uygulamaları devreye sokmuştu.
20 yıllık Amerikan askeri varlığının Eylül 2021’de sona ereceğini ilan eden Joe Biden yönetiminin verdiği süre sona ermeden askerlerini büyük ölçüde çekmesi, Afgan ulusal hükümetinin ve özellikle ordusunun Taliban’a direniş göstermeden teslim olması, ülkede güçlü bir devletin ve ulusal kimliğin inşa edilemediğinin kanıtları olarak görülebilir. Aslında birçok uzman, Amerika’nın Afganistan’dan askerlerini çektikten sonra, merkezi hükümetin ne kadar iktidarda kalacağını soruyordu ama kimse bu kadar hızlı bir Taliban zaferini beklemiyordu. Bir hafta gibi bir sürede ülkeyi ele geçiren Taliban rejimi özellikle son 20 senede sınırlı da olsa bazı kazanımlar kazanmış Afgan kadınlarını endişelendiriyor. Ayrıca Şii kökenli Hazaralara geçmişte yaptıkları zulümler ve son çatışmalarda 10 Hazara’nın Gazne vilayetinde öldürülmesi bu toplulukta endişelerin artmasına yol açtı. Moğol kökenli Farsça konuşan bir halk olan Hazaralara karşı yaptıkları ayrımcılığın bir örneği tüm erkeklere sakal bırakmayı zorunlu kılmaları ile alevlendi çünkü bu halkın önemli bir kesiminin köse olması sebebiyle Taliban’ın istediği ölçüde sakal bırakamamaları daha da ağır baskılara maruz kalmaları sonucunu getirmişti. Bugün de özellikle taşrada erkeklere sakal bırakma mecburiyeti getirildiğine dair haberler gelmekte.
Ülkedeki en kalabalık halklar olan Peştunlar ve Taciklerden sonra üçüncü en kalabalık topluluk olan Hazaraların durumu tehlikede olsa da yeni yönetim laik Afganların da yaşam tarzını tehdit ediyor. Her ne kadar ülkenin resmi adı Afganistan İslam Cumhuriyeti olsa da son 20 yılda başkent Kabil ve diğer şehirlerde okula giden kızların ve kadın işkadınlarının sayısının arttığı söylenebilir. Ayrıca siyasi ve bürokratik görev alan kadınlar da mevcut. Şimdi akıllardaki soru bu kazanımlar tamamen kaybedilecek mi?
Bu meseleler dışında, ülkede Türk kökenli Özbek, Türkmen ve Kırgız toplumları da yaşıyor. Özellikle Özbek lider Abdürreşid Dostum’un Türkiye ile yakın ilişkileri mevcut. Mareşal unvanına sahip, eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dostum ülkedeki Özbek halkının hakları için önemli bir figürdü ve Taliban’a karşı şiddetli mücadelelere girişmişti. En son ülkenin kuzeyindeki Mezar-ı Şerif’i savunmaya çalıştığı biliniyor.
Öbür taraftan Sovyet işgaline karşı 1980’li yıllarda Penşir Vadisinde direnen Ahmet Şah Mesud’un oğlu Ahmet Mesud, Taliban rejimine karşı mücadelesine devam edeceğini ifade etti. Ayrıca 18 Ağustos’ta Washington Post gazetesinde yazdığı yazıda Batı’dan destek talep etti ve her halükarda direnişine devam edeceğini vurguladı. Babası Taliban ve el-Kaide tarafından 11 Eylül saldırılarından iki gün önce öldürülen Mesud’un ne kadar başarılı olacağını bilebilmek mümkün olmasa da Penşir Vadisinde tabanı olduğu söylenebilir. Ayrıca destekçileri arasında Afganistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Emrullah Salih’in de olduğunu vurgulamakta fayda var ki, Salih Penşir Vadisinde Mesud’un yanında yer aldı.
Ancak bu direnişe rağmen ülkenin çoğunluğu Taliban’ın eline geçti. Nitekim, hareketinin kurucularından ve şimdiki siyasi lideri Molla Abdülgani Birader’in Kabil’e 21 Ağustos’ta dönmesiyle beraber Taliban rejiminin sembolik isimlerinden biri ülkesine dönmüş oldu. Zikredilmesi gereken bir diğer isim ise hareketin dini lideri Molla Heybetullah Akhunzade. Öbür taraftan, 1979’da Ayetullah Humeyni’nin İran’a dönüp İran İslam Cumhuriyetini kurduğu gibi Taliban’ın da güçlü bir devlet kurabilmesinin daha zor olduğunu düşünüyorum. Bunun temel sebebi hem Şah dönemi İran’ın hem devrim sonrası İran devletinin kurumlarının dolayısıyla devletin gücünün Afganistan’daki kurumların gücünden çok daha fazla olduğu gerçeği. Diğer bir deyişle, İran’da devlet olma vasfı Afganistan’a göre çok daha konsolide olmuş durumda.
Türkiye-Afganistan ilişkileri açısından vurgulanması gereken daha 1921 yılında her iki ülkenin birbini tanıdığı ve Atatürk tarafından bu ülkeye öğretmen, doktor ve asker gönderildiği. Afganistan’ın gelişmesine o dönemde katkılarda bulunmaya çalışan Türkiye’nin bugün de bu ülkede askeri unsurları bulunuyor. Ancak ilişkilerin geleceği Afganistan’daki Taliban yönetiminin iradesine bağlı gözüküyor.
ABD açısından ise Afganistan’daki askeri varlığının ilanihaye sürmeyeceği açıktı. Ancak tahliye işlemlerinin aceleci ve düzensiz olması, bu ülkeden gelen görüntüler birçok Amerikalıya 1975’te Vietnam’ın Saygon şehrindeki ABD büyükelçiliğinden yapılan tahliyeyi hatırlattı. Ancak o savaşı kaybeden Amerika’nın Afganistan’da en azından 11 Eylül saldırısının sorumlusu el-Kaide’yi tamamen olmasa bile kısmen tasfiye ettiği hatırlanmalıdır. Fakat el-Kaide’nin, terör saldırıları yapmasa da, Afganistan’da hala varolduğu akılda tutulmalı.
Sonuç olarak, ABD’nin bu alelacele tahliye kararı ve kendilerine yardımcı olmuş Afganlı tercümanların ve diğer çalışanların bir kısmının geride bırakması, Afganistan’daki bazı kesimlerde hayal kırıklığı yarattı. Tabii bütün bu olaylar, yabancı bir devlete bel bağlamanın ne kadar hatalı olduğu ve güçlü devlet kurumlarının ve ulusal kimliğin, globalleşen bir dünyada bile, ne kadar önemli olduğunu herkese bir defa daha hatırlattı.