Kabil'in uçurtmaları

Selin BARLAS Köşe Yazısı
25 Ağustos 2021 Çarşamba

Aşk çocukları…

Rengarenk, çiçeklerle ve barış sembolleriyle süslenmiş vosvoslar…

Uzun saçlı, duman tüttüren Amerikan ‘materyalizmine’ karşı bol paça jeanleriyle savaşma sevişçiler

Tarzları ve müzikleriyle devrim ideallerini gittikleri her yere taşıyan Bamiyan Budaları önünde fotoğraf çektiren gençler…

Bangır bangır Hotel California çalan partiler…

1970’lerin Afganistan’ı…

Akın akın gelen hippiler…

Bir yanda Kabil…

Diskolar, restoranlar, caz barlar, süslü kadınlar ve şık erkekler kadehleri tokuşturup “Aynı Avrupa gibiyiz” diye keyiflenirken…

Öbür tarafta kırsal…

Afganistan’ın ücra köşelerinde yaşayan ülkenin yüzde 80’ini oluşturan nüfusu, İslami geleneklerden uzaklaşmış başkentin bohem misafirlerinin Kabil eliti üzerindeki tesirinden gayrimemnun sessizce beklerken…

1973’te devrim fikirlerinden etkilenmiş Afganlı Komünistler monarşiyi alaşağı ettikten sonra iktidara geldi ve Afganistan Cumhuriyeti kuruldu. İktidara, Komünistlerin ‘kırmızı prens’ olarak adlandırdığı, devrik kralın kuzeni Muhammed Davud Şah oturdu.

Ancak Afganistan Cumhuriyetinin ömrü uzun sürmedi.

Ancak 1978’de Sovyet yanlısı ‘kırmızı prens’ ve 23 aile mensubu öldürüldü. Çoluk çocuk demeden infaz edilen kraliyet ailesi artık Komünistler için tehlike (!) teşkil etmiyordu.

1978’de kurulan Afganistan Demokratik Cumhuriyeti (ismiyle tenakuz içinde olan) baskıcı rejimiyle terör estirmeye ve bölgedeki güç dengelerini allak bullak edecek altyapıyı hazırladı.

Yavaş yavaş din adamları ve dinî eğilimi olanlar hedef alınmaya başladı.

Hamid Karzai hükumetinde Kadından Sorumlu Bakan Sima Samar’ın o yıllar ile ilgili travmatik hatıraları kötülüğün milâdını çok çarpıcı tasvirleriyle hepimizin romantize ettiği, o ‘modern’ sandığımız egzotik ülkenin hakiki ve buruk tarihine ışık tutuyor…

Sima Samar muhaliflerin uçaklardan atıldığı, ülkenin ileri gelenlerinin gözaltına alındığı ve bir daha haber alınamadığı o günlerin Afganistan’ının tabir-i caiz ise zulümler alemi olduğunu vurguluyor.

Komünistlere karşı gelişen bir ulusalcı hareket olarak protesto amaçlı geceleri binlerce hatta on binlerce insanın çatılarına çıkıp “Allahu Ekber” diye ülkeyi sallaması, ortaya çıkan Mücahidin hareketi, Gülbeddin Hikmetyar’ın varlığı; Brezhnev’in Sovyetlerindeki 50 milyon Müslüman nüfuslu vatandaşının başkaldırı ihtimalini Soğuk Savaşı Afganistan’a taşıdı…

İşgalci konumundaki Sovyet askerlerine karşı Amerikan güçleri İslamcı yerel milisleri destekledi…

Bir zamanlar uçurtmaların uçtuğu Kabil’de çatıları süsleyen renk cümbüşünün ve çocuk kahkahalarının yerini çığlıklar ve ölüm aldı…

Sivilleri hedef alan terör saldırıları tırmanarak arttı.

İnsanlar bîçare memleketlerini terk edip Pakistan’a kaçtı. Mülteciler yollarda çocuklarının, anne ve babalarının ölülerini terk ederek, Peşavar ve İslamabad’da kamplarda yaşam mücadelesi verdi.

Dağlarda sevdiklerinin toplu mezarlarını, kamplarda ise umutlarını ve hayat sevinçlerini gömdüler…

Artık kaybedecek bir şeyi olmayan kimsesizler Taliban’ı oluşturan bel kemiği oldu…

Ve fırsat geldi çattı…

Sovyetlerin o zamanki lideri Gorbaçov, Afganistan’dan çekilme kararı aldı. Fakat bu kararla Sovyetler yardım fonları ve silah desteği kesilince solcu lider Muhammed Necibullah (eski istihbarat başkanı ve sonra cumhurbaşkanı) fakirleşen ülkesinin idaresini hızla kaybetti…

1992’de Mücahidinin cumhurbaşkanlığı sarayını ele geçirmesi bugünleri andıran görüntülerle sonuçlandı. Yatakların üzerinde zıplayan militanların fotoğrafları gazetelerde yerini buldu…

Komünistlere karşı İslamcı hareketleri destekleyen ‘aydınlar’ birer birer susturuldu…

Kadınlar tecavüze uğradı, paramparça edilerek sokakta yavaş yavaş ölüme terk edildiler…

Hikmetyar ve Şah Masud’un savaş suçlarından yargılanması beklenirken dünya Afganistan’ın bu merhametsiz muhterislerin dini kullanarak insanların umutlarını ve geleceklerini yerle yeksan etmesine kafasını çevirdi…

Katliamlara gözlerini yumdular…

Mücahidin hareketinin vahşetine karşılık Pakistan’daki mülteci kamplarında yetişen Taliban militanlarının Usame Bin Ladin önderliğinde operasyonları başladı.

1996’da Kabil, Taliban’ın eline geçti.

Birleşmiş Milletler yerleşkesinde sığınmacı olarak kalan eski Cumhurbaşkanı Muhammed Necibullah işkence edilerek öldürülüp cesedi sokakta asılı bırakıldı…

Taliban’ın barış getireceği beklenirken vahşeti tırmandıracak bir radikal yapı olduğu Afganlıların özgürlüklerini tamamen kaybetmesiyle anlaşıldı…

Müzik, televizyon, gülmek, gezmek, öğrenmek, okumak, soru sormak artık yasaktı!

Sokaklarda infazlar başladı…

Karanlığa gömülen Afganistan artık yalnızdı.

Ancak dünyanın sesini duymadığı Afganistan’ın sükuneti adeta kıyamet öncesi sessizliğe delalet idi…

Beş yıl sonra yer yerinden oynadı…

11 Eylül saldırısının karşılığı olarak George W. Bush Amerika’nın teröristlere karşı savaş açtığını açıkladı.

Televizyonları bile olmayan Afgan halkı Amerikan askerinin niye geldiğini bile bilmiyordu…

2001’de Amerikan müdahalesiyle Hamid Karzai Afganistan’ın yeni lideri oldu.

Afgan meclisine mensup, 2003 anayasası çalışmalarına katkıda bulunmuş milletvekillerinden Şükriye Barakzai’ye göre Amerikan müdahalesinden 20 yıl sonra Taliban’ın tekrar yönetimi ele geçirmesi şaşırtıcı değil.

Amerika’dan gelen paralar milislerin, siyasilerin ve komutanların eline geçti.

Halk harcanan milyarlarca dolardan mahrum bırakıldı. İlkokul çağındaki çocukların okula gideceklerine sokakta ayakkabılarını ve kalemlerini satarak ailelerine katkıda bulunmaya çalıştığı görüntüler haber kanallarında yer aldı.

Kaybedecek bir şeyi kalmamış çaresiz insanların tekrar sokaklarda intihar saldırıları düzenlemesi üzerine 2014’te birçok ülke askerlerinin çoğunu geri çağırdı.

Akıtılan paranın yozlaşmış mafya, milis ve militanların eline düşmesi, halkın fakirleşmesi, ordunun zayıflatılması Afganistan’ın düşüşünün alameti idi…

2020’deki anlaşma sonrası verilen çekilme kararıyla Kabil’in düşüşü an meselesiydi…

O an geldi…

Havalimanının nizamından sorumlu tutulan son kalan yabancı askerler, izdihamda ölenler, havalimanı dışında Taliban tarafında taranan siviller, ağlayan bebekler, bir umut kendini veya ailesini kurtarır diye günlerce güneşin altında sıcakta fenalaşıp bekleyen genç yaşlı birçok can…

Ve yine yıkık bir Afganistan

ABD Başkanı’nın danışmanlarından Jake Sullivan “Seçeneklerin hepsi kötü ve zordu” derken Biden’ın “Afgan ordusunun ve askerinin kendi ülkelerinde istikrar sağlamak için uğraşmadığı bir yerde askerimizin ölmesine artık izin veremem” demesinin yerinde bir karar olduğunu tasdikledi.

Geriye harap edilmiş ve insanlarından vazgeçilmiş yalnız bir ülke kaldı…

Üzerinde “La ilahe illallah” yazan beyaz bayrakları ellerinde, kefeni sembolize eden beyaz üniformaları üzerlerinde şehadeti kucakladıklarını ilan eden militanlar…

Leş kargası gibi bekleyen Çin…

Çin’e kucak açmış “Gelin ülkeyi yeniden inşa edelim” diyen bir Taliban…

Khaled Hosseini ülkesiyle ilgili ne güzel demiş…

“Çocukların çok olduğu ama çocukluğun hiç olmadığı bir yer Afganistan” …

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün