Afganistan, çok boyutlu sorunlarıyla COVID pandemisini aşarak dünya gündeminin şimdilerde başına yerleşmiş durumda. Ülkemizin de en önemli gündem maddelerinden biri haline gelen Afganistan’ın Rus işgalinden günümüzde değin süren tarihini kısaca hatırlatmak ve acılarla kavrulan Afgan halkının ülkemize göçüne odaklanmak istiyorum. Bu konuda yapılmış bazı araştırmalardan derlediğim bilgileri ise yazımın sonunda okuyabileceksiniz. Afgan halkı hakkında bir sonraki yazımda da bilgiler vereceğim.
Afganistan coğrafi konumu nedeniyle dünya devlerinin arenası haline gelmiş bir durumda ve bu durumu II. Dünya Savaşı’ndan itibaren daha da karmaşıklaştı. 27 Aralık 1979 tarihinde başlayan Sovyet işgali her ne kadar 15 Şubat 1989’da fiilen sona ermiş ve hatta bu işgalin başaktörü Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dünya siyasetinden silinmiş de olsa, Afganistan hâlâ Sovyet işgaliyle başlayan o sürecin devamını yaşamakta. On yıllık Sovyet işgali sonrası altyapı, devlet yapısı, siyasi, ekonomik ve demografik bağlamda tamamen tahrip olmuş ve bitap düşmüş Afganistan, savaşın galibi sayılan ancak devlet yönetme deneyimine sahip olmayan mücahit grupların iktidar savaşları sonucunda ABD ve Pakistan başta olmak üzere dış güçlerin de olumsuz müdahaleleriyle yeni bir istikrarsızlık sürecine girmişti. ABD’ye yapılan 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak ilan edilen El Kaide’nin bu bölgede yerleştiği iddialarından yola çıkılarak Taliban rejiminin bu olaya müdahale etmemesi ve kaynak sağladığı iddiasıyla ABD ve koalisyon güçleri tarafından Afganistan işgal edilmiş, Taliban yönetimden uzaklaştırılmıştı. Maalesef on yıllık Rus işgalinin acıları silinememişken, ABD de 20 yıl boyunca Afganistan'da kalmıştı. Trump hükümeti tarafından 29 Şubat 2020'de imzalanan Doha Anlaşması ile ABD askerlerinin çekilmesi kararlaştırılmış ve tam çekiliş tarihi olarak 1 Mayıs 2021 belirlenmişti. Biden hükümeti ise tam çekiliş tarihini 31 Ağustos tarihine çekmişti. Aşağı yukarı bir yıldan beri devam eden Afganistan ve Taliban görüşmeleri son bulmuş, Afganistan hızlı bir şekilde Taliban tarafından ele geçirilmişti.
ABD'nin tahminlerine göre Taliban'ın, Kabil'i ele geçirmesi 90 gün sürecekti ancak Taliban, Kabil'i birkaç günde ele geçirdi. Cumhurbaşkanı Gani ülkeden kaçtı. İçişleri Bakanı ise sorunsuz bir şekilde iktidarı Taliban'a devretti. Bundan sonrakiler ise malumunuz bu felaketler dizisinin Türkiye’ye uzanan birçok sonucu olmakla beraber en önemli ve yaralayıcı sonucu Afganlı mülteciler, sığınmacılar, göçmenler; artık nasıl bir terimle yaklaşmak isterseniz. Bu terimlerin her biri farklı anlam taşıyor. Mülteci, “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi" olarak tanımlanıyor. Yani mültecilere, uluslararası anlaşmalarla özel statü ve hukuki koruma sağlanıyor. Henüz bu korumadan faydalanamayanlar ise ‘sığınmacı’ olarak nitelendiriliyor. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere deniyor. ‘Göçmen’ ise, ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demek. Yani göçmenler ülkelerini kendi istekleri doğrultusunda terk ederken, mülteciler ülkelerini terk etme zorunda kalan ya da terk ettirilen kişilerden oluşuyor.
Türkiye’deki Afganistan ve Suriyeli mülteciler ile ilgili yazılan akademik makalelerden öğrendiklerim ise çok düşündürücü. Trabzon’da yaşayan 250 Afgan ve Suriyeli kadınla yapılan görüşmelerde en büyük sorunun özelikle Afgan kadınlar açısından Türkçe bilmemek ve günlük hayata katılamamak olduğu görülmüş. Afgan kadınlar yaşadıkları zorlu ekonomik koşullar nedeniyle hayata zorla tutunmaya çalışmakta. Göçmen oldukları için Türkiye’deki alt gelir gruplarından da daha düşük gelire sahip olan göçmenlerin kaldıkları evlerde kirası genellikle 300-400 TL arasında. Çoğunlukla da bodrum katlarını kiralamaktalar. Oldukça nemli havası olan Trabzon’un rutubetli olan bu eski yapım evleri aileler için uygun koşullar sağlamamaktadır. Genellikle bir odada yaşamakta ve ısınmayı sağlamak için oda kapısı battaniye ile örtülmekte. Evdeki eşyaların genellikle komşulardan elde edildiği öğrenilmiş. “Göçmen kadınların yüzde 70'i ülkelerindeki durum düzelse bile geri dönmek istemiyor. Özellikle Afgan kadınlar ülkelerindeki durumun düzeleceğine dair inançlarını kaybetmişler. Amaçları iş bulup Türkiye’de kalmak ya da yurt dışına akrabalarının yanına gitmek. Uygun bir iş imkânı yaratıldığında ise Türkiye’de kalmayı düşünenlerin oranı yüzde 78. Afgan ve Suriyeli kadınların çocuk sayısı ortalama 3,34’lük bir oranla Türkiye ortalamasının (2,07) üstünde olduğu görülmekte. Bu oran hem Suriye (2,50) hem de Afganistan (5,12) ortalaması için düşük bir oran. Buradan, göçmen aileler kendi ülkelerinde yaşasaydılar daha fazla çocuk sahibi olacakları sonucu ortaya çıkmakta[1].”
Ezcümle, ülkemize gelip yerleşen bu insanlar için acilen çok boyutlu politikalar üretme zorunluluğumuz var. Bu politikaları üretmekle beraber bu insanların ülkelerinin dönülebilecek bir hale dönüşebilmesi için de dış siyasetimizde de acilen yapıcı, analitik politikalar üretme zorunluluğumuz da var. Kısa dönemde düzelmesinin beklenemeyeceğini öngörmemiz beklenmekle beraber göçün daha büyük sayılarda artmamasını dilemekten başka da yapacağımız bir şey ufukta görünmemekte.