Avrupa’da antisemitizmin bir halk hareketi haline gelmesinde Dreyfus Olayının rolü büyüktür şüphesiz. Asılsız bir casusluk suçlaması ile rütbeleri sökülen, ordudan atılan ve ülkeden uzak ıssız bir adaya sürgüne gönderilen Alfred Dreyfus’ün davası, Cumhuriyet değerlerini ayaklar altına alacak kadar haksızlıkla, önyargı ve nefretle yoğrulmuştur.
1789 Devriminin getirdiği özgürlük, eşitlik, kardeşlik bir ütopya mıydı? Davalının Fransız vatandaşı bir ‘Yahudi’ olarak orduda görev almasının, adil bir yargılanmadan men edilmesine zemin hazırlamış olması, bu değerler çerçevesinde nasıl izah edilebilirdi? Aşırı milliyetçiler, kralcılar, kilise düzeninin geri gelmesini isteyenler… Hepsi Dreyfus’e karşı birleşmiş, kanıtları şüpheli iddialarla kendisini suçlamışlardı. Yeni serpilmeye başlayan basında çıkan makaleler ve karikatürler, önce Dreyfus hakkında, sonra Yahudi Dreyfus hakkında, nihayetinde de Yahudiler hakkında ipe sapa gelmez suçlamalarda ve aşağılamalarda bulunuyordu.
Dreyfus davası sırasında iki kişinin katkısı özellikle dillendirilir. Bunlardan biri Yarbay George Piquart diğeri ise ünlü yazar Emile Zola’dır hiç şüphesiz. Piquart, Yahudilere çok sempati beslememekle birlikte, adil bir yargılanmanın Dreyfus’un hakkı olduğunu savunan ender ordu mensuplarındandır. Drefus yanlısı – Dreyfusards – ekibin toparlanması, bu konuda Zola’nın desteğinin kazanılması esnasında önemli adımlar atmış, bunların sonunda Cezayir’e sürülmüştür.
Cumhuriyet ilkelerinin takipçisi laik kesim için Dreyfus davası hukukun üstünlüğü prensibi çerçevesinde görülmeliydi. Yahudi olması onun vatanına ihanet etmesine neden değildi. Nitekim, yapılan araştırmalar sonucu suçun başkası tarafından işlendiği ortaya çıkmıştı. Gelin görün ki, ordunun ileri gelenleri hadiseyi kapatmaya çalışıyor, Dreyfus’un yeniden yargılanması için gerekli onayı vermiyorlardı.
Olay, geçtiğimiz yüzyılın başlarına, hem hukuki anlamda hem de nefret suçu anlamında damga vurmuştu. Antisemitizmin ırkçı bir kimliğe bürünmesine, Yahudi karşıtlığının kapalı kapılar ardında kışkırtılan bir karakterden sıyrılarak sokak ve meydanlara taşmasına neden olmuştu.
Theodor Herzl’in bu ortamdan ilham alması, batının emperyalist niyetli başkentleri ve dolayısı ile sokaklarında vücut bulan Yahudi meselesine karşın Das Judenstat’ı yayınlaması, Yahudiliğinden kopmuş Viyanalı bir gazeteci kimliğinden, onlar için bir ülke düşleyen bir farkındalığa ulaşması, bir sonuç olmaktan ziyade bir başlangıç olmuştur.
Bir de Bernard Lazare’dan söz etmek gerekir.
1865’te orta halli Yahudi burjuva bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Çok dindar olmayan ancak geleneklerine bağlı bir ortamda büyür. Fen eğitimi almış olmasına rağmen kendini edebiyatta bulur. 1886’da doğduğu kentten Paris’e geldiğinde ilk antisemit kitap Edourd Durmont tarafından yayınlanmıştır: La France Juive.
Daha sonra bir yandan kendini anarşist akımın ortasında bulur, öte yandan Hovavei Siyon’un kurucusu, Achad Ha’am adı ile tanınacak Asher Ginsberg ile tanışır. Yahudilerin kendi kültürlerini yücelterek aydınlanma süreçlerini yönlendirmeleri gerektiğini savunan şair / düşünür Achad Ha’am Lazare’ı etkiler. Antisemitizme kafa yormaya başlar. Bu konudaki düşüncelerini ‘Antisemitizm, Tarihi ve Nedenleri’ adını vereceği kitapta toplar. Tarih 1894’tür ve henüz Alfred Dreyfüs’ün ihanetle suçlanmasına ve Yahudi kimliği ile aşağılanmasına birkaç ay vardır.
Mahkeme sürecinde kitabın içeriği Dreyfus Ailesinin dikkatini çekecek, kardeşinin sürgüne gönderilmesinden hemen sonra Mathieu Dreyfus, kendisi ile temasa geçerek yardım talebinde bulunacaktır. Lazare’ın mücadeleci, isyankâr ve cesur kişiliğinin, Alfred’in yeniden yargılanmasının önünü açacağını düşünmektedir Dreyfus Ailesi…
Konu hakkındaki farkındalığı sağlamak için yazılar yazar. Davadaki sorunlu yerleri tek tek ortaya çıkartır, davanın yeniden görülmesi gerektiğini savunur. Yazılarından birini “J’accuse! – İtham ediyorum!” diye bitirir. Zola’ya ilham veren, onu harekete geçirenlerden biridir.
…Ve Herzl’i de… Yahudi sorununa nasıl bir çözüm bulunması gerektiği konusu üzerine birlikte çalışırlar. Basel’de toplanan Siyonist Kongreye katılır. Antisemitizm konusundaki çalışmaları ve düşünceleri ile burada heyecan yaratır. Herzl ile uzun yolculuklar yapar, gittikleri yerlerde kurtuluşun Yahudi kimliğinin farkındalığında olduğunu anlatır.
Ancak, Yahudi devleti fikri dolayısı ile Herzl ile yolları ayrılır. Kültürel emansipasyonun önemini önceleyen Lazare, bir devlet umudu peşinde koşmanın dünyadaki düzenden dolayı akılcı olmayacağı düşüncesindedir. 1899’da Herzl’e yazdığı mektupta “Düşüncede burjuvasınız, hislerinizde burjuvasınız, toplumu anlama şeklinde burjuvasınız” diyecektir. Antisemitime karşı çıkmanın Yahudi proleteryasının bir araya gelmesi ile mümkün olacağını iddia edecektir...
Bernard Lazare, parlak bir edebiyatçı ve anarşist ruhlu bir isyankâr… Dreyfus davasının pek bilinmeyen kahramanlarından biri… 1 Eylül 1903’te geçirdiği bir kolon kanseri ameliyatı sonrasında, çok genç yaşta ölür. Yaşamış olsaydı, Yahudi aydınlanmasına, bir düşünce ve eylem insanı olarak, muhtemelen birçok katkıda bulunabilirdi. Antisemitizme karşı mücadelesi görmezden gelinmemelidir.