Bu yazıyı geçenlerde sosyal medyada paylaştım. Epey ses getirdi. Sizlerle de paylaşmayı uygun gördüm.
"...Milli Takımın Hocası üzerine yazmayacağım. Zaten yeterince konuşuldu. ‘Sonuç beni şaşırtmadı ama üzdü’ dedim dün sosyal medyada. ‘Peki neden böyle oluyor?’ diye soranlara farklı bir açıdan cevap vereyim.
Mesela, Türkiye döviz bazında asgari ücreti en düşük dördüncü Avrupa Bölgesi ülkesi haline gelmiş durumda. En yüksek ücret Danimarka'da gözüküyor. Tam olarak 5376 Euro. En düşük ücret ise 244 Euro ile Arnavutluk’ta. Türkiye 346 Euro asgari ücretle Bulgaristan, Karadağ ve Arnavutluk ile en düşük ülkeler arasında yer alıyor. Yabancı yatırımcılar için ucuz işgücünün önemi giderek azalırken, Türkiye'nin göreceli olarak ucuz iş gücü arz eden seviyeye inmesi düşündürücü. Bu arada OECD verilerine göre Türkiye'de toplam işgücünün yüzde 40'ından fazlası asgari ücretli olarak gözüküyor. Demek ki ciddi bir kayıt dışılık var.
ÜFE'de Türkiye, temmuz ayı verisine göre gelişmekte olan ülkelerin arasında en yüksek ikinci orana sahip. Arjantin yüzde 69 ile ilk sırada, Türkiye yüzde 44,92 ve Brezilya yüzde 38,80 ile arkasından geliyorlar. Meksika'da bu oran yüzde 6,43 civarında. Çin yüzde 9, Polonya ve Macaristan yüzde 9-11 arasında seyreden ÜFE oranlarına sahipler. Özetle tedarik zincirlerindeki kopmalardan en fazla etkilenen ve istikrarsız kurlara sahip olan ülkeler arasında gözüküyoruz.
İlginçtir asgari ücreti bize göre 16 kat fazla olan Danimarka ile birlikte dünyada son 18 ayda konut fiyatı en çok artan ilk üç ülke arasındayız. ABD ikinci sırada, Türkiye'den hemen sonra da İsveç, Çekya, Hollanda, Avusturya ve Kanada geliyor. Türkiye'nin bu parametrede üçüncü sırada olması, gelir dağılımı, yatırım-tasarruf alışkanlığı, kredi kullanım tarzı hakkında bazı önemli detaylar veriyor diyebilirim. Elbette konunun mülkiyet sahipliği açısından da incelenmesi gerekiyor.
Sağlıklı yaşam tarafına geçtiğimizde de Avrupa'nın en az uyuyan, en fazla obezite yaşayan, en asabi ve en az egzersiz yapan ülkesi olarak gözüküyoruz. Ayrıca yaşam memnuniyeti açısından da son sıralardayız. Bu durum tatminsiz, detaylara dikkat etmeyen ve az bilgiye rağmen büyük bir özgüven sahibi olan bir toplum olmaya başladığımızı gösteriyor. Maalesef bu üç özellik ‘kibir sendromu’ denilen olguyu da ortaya çıkarıyor. Ekonomik parametrelerin bozulmuş olması da ‘kibirli’ davranmayı haklı çıkaracak örnekler yaratıyor.
Az bilgi ve bol özgüven memleketi…
Hayatı güzelleştiren, başarıyı getiren veya sevgi anlamına gelen detay ya da ayrıntıları küçümseyen, elindekinden hiç tatmin olmayan sürekli başkasındakileri isteyen, az eğitim veya bilgiye rağmen sınırsız özgüven sahibi insanlarla dolu bir ülkeye dönüşmenin tehlikesi şu oluyor:
Sadece ‘iyi yaşamak’ ve zenginleşme peşinde koşan, bilim insanlarının açıklamalarına değil başkalarından duyduklarına inanan, ‘zengin ise haklıdır’ diyen, bu sebeple her konuda bilgi sahibi olmadan yorum yapabilen, sevgi göstermeyi bilmeyen ve sevgisiz büyüyen, kafa ve vücut sağlığı olmadığı için kritik kararlarda zorlanan, yeme-içme haricinde mutlu an yaratamayan, rekabete inanmayan, zorbalığa ve şiddete hakkı olduğunu düşünen, stratejik değil günlük planlar yapan insanların çoğaldığı yerde maalesef ‘safsata’ egemen oluyor.
Merakım şu: Bu şekilde düşünen ve yaşayanların sayısı arttıkça kaynak verimlilik, rasyonellik, ahlak, saygı, etik vs gibi önemli konuların fazla alıcısı çıkmayacak. O zaman kurumları hatta devleti de yönetmek zorlaşabilir. Demokratik yaklaşımlar ise bu gelişmenin yan etkisi olarak askıya alınabilir.
Bana kalırsa, faiz-döviz-enflasyon tartışmalarına kilitlenmek yerine, yaşam alanlarını insanları mutlu edecek hale getirmek en doğrusu olacak..."