“Ben buraya yalvararak gelmedim. Bana gelmem için yalvardılar.” Bu sözler, son 34 yılın en farklı yenilgisini Hollanda’ya 6-1 mağlup olarak alan A Milli Takım’ın eski Teknik Direktörü Şenol Güneş’e ait. Güneş, bu ifadeyi yaşanan hezimetin ardından düzenlenen basın toplantısında kendisine sorulan bir soru üzerine kullandı. Ve bu açıklamanın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra tecrübeli Teknik Direktörle yollar ayrıldı. EURO 2020’nin akabinde yine bu satırlarda Şenol Güneş’in turnuvadaki antrenörlük performansını eleştirmiş, gerek medya gerekse de oyuncularla iletişimi konusunda yaşadığı sorunlar, bununla birlikte modern çağın antrenörlük prensiplerine olan uzak mesafesi ve dağılan psikolojisi hakkında eleştirilerde bulunmuştum. Deyim yerindeyse perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Yazıya başlarken notunu düştüğüm cümleyi kullanan bir insanın hangi ruh haline bürünmüş olabileceği açık. Herhangi biri “Bana yalvardılar” ifadesini kullanıyorsa, tartışmasız biçimde muhatap aldığı kişiyi rencide eder. Hani derler ya, Şenol Güneş’in kullandığı ifade; kavgada bile söylenmeyecek türden. Ama laf ağızdan, cin şişeden çıktı bir kere… Yüzde yüz iletişim kazası.
İletişimde meramınızı karşı tarafa nasıl ilettiğiniz kadar, karşı tarafın sizin anlattığınızdan ne anladığı daha önemli. Şenol Güneş düzenlediği hiçbir basın toplantısında ‘kamuoyu dostu’ olmadı. Ardı ardına kullandığı metaforlarla, açıklamalarından insanların bir anlam çıkarmasını bekledi. Ele aldığı bir meseleyi açık şekilde değerlendirmek yerine, cümlelerini uzattı. Uzattıkça kamuoyunun kafasını karıştırdı. Net ve berrak olmadı. Soyunma odasında oyuncuların etrafında nasıl bir tutum sergilediğini şimdilik bilebilmek pek mümkün değil. Lakin ne saha kenarında ne de basın toplantılarının çoğunda çevresine olumlu bir enerji yayamadı. Elit yerli antrenörlerden biri ve Türk futbolunun en üst kategorisindeki milli takımının sorumlusu olarak, liglerdeki yabancı oyuncu sınırlaması konusunda görüşlerini açık bir şekilde dile getirmedi. Sorulan sorulara bol virgüllü cümlelerle noktasız yanıtlar verdi, tercih ettiği her sözcükte bir mesaj verme gayesi oldu.
İletişim değildi tabii ki tek derdi… Bilimsel metoda olan mesafesi, rakip takım ve oyuncu analizi gibi öğelerde de şimşekleri üzerine çekti. Avrupa Şampiyonası’nın puansız tamamlanması ve Hollanda karşısında yaşanan hezimet açıkça gösterdi ki; hem bu unsurlar hem de teknik ekibinin zayıflığı Şenol Güneş’in milli takımdaki sonunu hazırladı. EURO 2020’de yapılan hatalar sanki hiç raporlanmamış, yaşanan duygusal travmanın üstesinden psikolojik terapilerle gelinememişti. Oysa elde son yılların belki de en yetenekli, potansiyeli de en yüksek kadrosuna sahipken çevresine kuracağı güçlü bir ekiple bu tip sorunları halledebilir, odağını sadece saha içine çevirerek yaşadığı zihinsel yorgunluğun da önüne geçebilirdi. Beceremedi.
Yorulmuştu Şenol Güneş. Ancak yorulduğunda kısa süreliğine dinlenebileceği ve direksiyonu devredeceği bir yardımcı pilotu yoktu etrafında. Birinci Yardımcısı Bayram Bektaş daha önce de kendisiyle çalışmış ancak Süper Lig takımlarından aldığı teknik direktörlük teklifini kabul ederek, yarı yolda otomobilden atlamıştı. Yardımcı pilotunun koltuğunu terk etmesi nedeniyle yoğun trafikte hem önündeki yolun şartlarına hem de elindeki haritaya bakmak zorunda kalan Şenol Güneş yıpranıyordu... Hem de fena halde. Ne var ki, affedici oldu daha sonra. Yarı yolda inen yardımcı pilotunu yeniden yan koltuğuna oturttu. Ama giden gitmişti bir kere… Giden, döndüğünde aynı kişi olur muydu hiç?..
Şimdi uğurlama zamanı Güneş’i. Adabıyla, oluruyla, olması gereken şekilde. Belki de son dönemdeki performansıyla değil ama Türk futboluna uzun süre yön veren bir teknik direktör olduğunun bilinciyle…