Teknolojinin Büyüsüne Teslim Olunduğunda
Özgürlük yanılsamasının içinde yaşandığına kuşku yoktur bugün. La Boétie’nin gönüllü köleliği1, içinde yaşadığımız dönem için yazılmıştır sanki. “İnsanlar genel olarak öylesine cahildirler ki, yaşadıkları esaret, onlara özgürlük olarak sunulduğunda tereddütsüz kabul ederler” diyecektir Spinoza da.
İlerleme modern zamanların bir diğer büyüsüdür. Onun efsunlu çizgileri de teknoloji tarafından çizilmektedir. Otoriter rejimler bu üçlü illüzyonun üzerinde büyüyeceklerdir bugün. Teknoloji, ortalama insan zihni tarafından yeterince algılanamadığından, siyasal yönetimler, onun güdümündeki büyümeyi toplumlara özgürleştirici olarak sunabileceklerdir.
Ama bununla yetinmeyeceklerdir. Düşmanların (teröristlerin!) temel amacının özgürlük içinde yaşamanın ve ilerlemenin ortadan kaldırılması olduğunu ileri sürecekler ve bunun için sert önlemlerin alınması gerekliliğini vurgulayacaklardır. Şiddet kullanımı, doğal olarak bunların başında gelecektir.
Açıktan şiddetin günümüzde eleştirisi, yönetimleri yumuşak şiddeti tercihe itecektir çoğu zaman. Öyle görünmezse de sonuçları itibarı ile kullanan ve maruz kalan için daha da alçaltıcı olabilecektir bu; gözetleme bunların başında gelecektir. Sosyal medya güdümünde gözetleme ve gözetilmenin hazzına(!) zaten teslim olmuş insanlar, tereddütsüz destekleyeceklerdir yöneticilerini.
Bir illüzyon olarak özgürlük, herkes için tümden bir düşe dönüşebilecektir.
Orwellyen2 bir yaşama gidişin yolları açılmıştır. Düşman (terörist) herkes olabildiğinden, herkes gözetlenebilecektir artık. Despotizme gidişin yolları meşrulaşırken, her türden saldırganlık için koşullar hazırlanmıştır. Son bir olasılık unutulmamalıdır; teknolojinin ve baskının kıskacında yalnızlaşan insanın durumunu gözden geçirmesinin imkânı tümden yok edilmelidir. Efsanelerin pusundan hayali gerçeklikler üretilmeli, var olan illüzyonlara sürekli yenileri eklenmelidir.
Yeryüzü böylece tümden bir hayal dünyasına çevrilmeli, insanlara gerçek değil sanal beraberlikler sunulmalıdır.
Hakikat yok edilmelidir.
Dinsel ve ulusal heyecanlar yeri göğü kaplayacaktır bundan sonra. Bayramlar, marşlar ve silahların eşliğinde dualar, yanılsamayı katmerlendirecektir. Yerden göğe, Siyon tepelerinden kutsal topraklara efsunlu gerçeklikler her tarafı kapsayacaktır.
Yok edilen hakikat yerine, yanılsamanın üreticisi ideolojiler inşa edilecektir; saldırgan, baskıcı, özgürlükleri yok ederken, kendi özgürlüğünü de yok etmenin ideolojisi her türlü yolla benimsetilecektir insana.
Bugünün tek boyutlu insanını kavramak için, Orwellyen tahlile her zamankinden çok ihtiyaç vardır artık. Herbert Marcuse’ün3 aynı isimli yapıtı da ihmal edilmeyecekler arasında olacaktır doğal olarak.
Mesiyanik Vaatler Yerini ‘Soft Power’ Olma İhtirasına Bırakırken
Öylesine kutsal(!) olan ancak bu kadar lanetli olabilecektir; Ortadoğu toprakları her zamankinden de çok, özgürlüğün ve adaletin uzağında yaşanılan bir coğrafyadır bugün.
Kadim halkını da bundan sorumlu tuttuğundan, onu bağışlayamamış olmalıydı; Siyon’un tepesinden aşağıya doğru, kızgınlığını ateş parçaları halinde hala bunun için indiriyor olmalıydı.
Haksız da olmayacaktır; halkını ancak, kinin, ihtirasın, kıskançlığın, boş övüncün, vandalizmin, acımasız ve toplu can almaların, yok edişlerin, Shakespeareyen bir sahnede sonuna kadar oynanmaması için vazifelendirmiş olabilirdi. Ancak bu beklenti içinde adaletin, hukukun temel ilkelerini onun eliyle bu topraklara indirmiş olabilirdi.
Kadim halkını, bu topraklara iki bin yıl sonra nihayet bunun için geri çağırmamış mıydı? Hem de bütün haklı eleştirileri göze alarak. Gücü, bileğinde, silahında ve kurnazlığında değil, aklında ve ahlakında yaşatıp, diğer halklara örnek olmasını bekliyordu mutlaka ondan. Eğer seçmişse onu, başka ne için girişmiş olabilirdi ki böylesine riskli bir işe.
Düş kırıklığına mı uğratmıştı halkı onu?
Nasıl şiddetle cezalandırmıştı halbuki seçtiğini? Acıyı anlayıp, acının olmayacağı bir var oluşa katkıda bulunmanın olgunluğuna erişmiş olmalıydı artık halkı.
Esaret içinde iki bin yıldır yaşamış olan, özgürlüğün değerini anlamış olmamalı mıydı gerçekten bugün?
Kendi halkı, şimdi bir diğerini, özgürlüğün olmadığı bir yaşama nasıl mahkum edebilirdi ki? Sert de olsa, yumuşak da olsa gücünü buna nasıl harcayabilirdi.
Evet, teoloji ile politikanın örtüşmesi gerekliliği açıktı ama evrensel ahlak olmamalı mıydı temel pusula?
Pusulasız mı kalmıştı iki bin yıl sonra halkı. İşte, Siyon’un ışığı aydınlatamıyordu artık insanlığı.
***
İsrail’in ihracatının GSMH’sine oranı dikkate alındığında, bugün silah satışında dünya dördüncüsü durumdadır. Yine ihracatında yüksek teknoloji ürünlerinin oranı yüzde ondur. Medikal robotlar, lazer teknolojileri, askeri dronlar bunların arasındadır. Ordu ve askeri sanayi kompleksi, gelişmiş ülkelerde bile az rastlanacak şekilde bu alanda bütünleşecektir. Son dönemlerde ise asıl ününü siber güvenlik alanında sağlayacaktır bu küçük ülke; telefon dinlemelerinden, sınır gözetimlerine, terörist halkların(!) topraklarının elektronik duvarlarla örülmesine kadar, tüm Orwellyen senaryoların üretilmesinde sanki başaktör olmaya aday olacaktır. Dünyanın bu konudaki en ileri ülkesi ABD’ye bile Trump zamanında danışmanlık yapacaktır. Meksika sınırına örülen ayıp duvarı bundan dolayı ‘Filistin-Meksika duvarı’ ismini alacaktır.
Ülkenin siber gözetleme alanındaki uzmanlığı, Harari’ye bile “Yakında insanı da ‘hack’leyebileceğiz” dedirtirken, anti terörizmdeki yetkinliği ve bunu sağlayan teknolojideki performansı, İsrail’e haklı(!) bir ün sağlayacak, dünyanın özellikle kimi ülkelerinde, bu küçük ülkeye hayranlık uyandıracaktır. Ne var ki bu hayranlık, gelişmiş demokrasilerden çok, bu konuda sicilleri pek temiz olmayan ülkelerden gelecektir. Onlarla kol kola girilecek, gözetleme ve insanları özgürlüklerinden yoksun bırakma konusunda danışmanlık yapılacaktır. Azerbaycan’dan Macaristan’a, Orta Amerika ülkelerinden kimi körfez ülkelerine, Bolsonaro’nun Brezilya’sına ve son zamanlarda Hindistan’a kadar, ticari ve siyasi alışveriş gelişecek ve temelde bu gözetleme teknolojisi üzerinde yükselecektir.
***
Gözetleme ihtirası doğaldır ki, tüm tutkular gibi sınır tanımayacaktır. Dış düşmanla iç düşman birbirine karıştırılacaktır. Yumuşak da olsa, iktidar güce gereksinim duyacaktır. İlginç olan, kutsal topraklar halkının büyük kısmının siyasal yönetimlerinin bu konudaki girişimlerine destek vermesi olacaktır.
Spinoza zamanların öncesinden uyarmış olacaktı. “Varlığın, varlığını var etmekte ısrar etmesi, meşru olacaktır.” Bununla birlikte egemenlik hakkı başkasının sınırını ihlal etme anlamına gelmeyecektir. İnsan varlığı ise emperyal bir davranışa her zaman eğilimli olan olacaktır. Kadim topraklarda bugün olup bitenler de farklı gelişmeyecektir.
***
Ama seçilmiş olmak, mağrur olmak demek olmayacaktı. Buber bunu defalarca söyleyecekti; “seçilmiş olan(!) emperyal davranışı reddetmenin ve bunu öğretmenin onuru üzerinde yükselen olacaktır ancak” derken, kutsal topraklarda hak iddia edebilmenin şartını koymuş olacaktı.
Gözetleyen ve Gözetlenen Onurlu ve Özgür Olabilir mi?
“Edebiyatın her türü siyasidir; her siyaset de yalan ve propagandadır sadece” diyen, gözetlemenin esaretinin ve erdemsizliğinin büyük yazarı Orwell “Hiçbir zaman tarafsız olmadım, tarafım hep adalet oldu. Tüm yazılarımda bir yalanı ifşa etmek istedim” diye yazacaktır.
Büyük tabiatta yalan yoktur. Esaret de yanılsama da olmayacaktır bu durumda.
İsrailli eylemci Eitay Mack, gözetleme araçları (son zamanlarda gündemde olan Pegasus gibi) ve silah ticaretine karşı mücadelesini sürdürürken, Buber’in ve adaletin izini sürmeye çalışacaktır kuşkusuz. Kutsal topraklarda onurun sesi olacak; “Dünya gittikçe despotik bir hal alıyor. Gözetleme sistemleri bunun aracıdır. Sonuna kadar buna karşı olacağım” diyecektir.
Gözetleme kültürünün ve saldırganlığının yaygınlaştığı bir dünyada başarılı olabilecek midir Eitay Mack?
Devam edecek…
1 La Boétie'nin, tahminen 1550'de yazdığı eseri. Çoğunluğun tek bir kişiye boyun eğmesinin nasıl mümkün olduğunu ve insanların gönüllü kulluktan nasıl kurtulabileceğini anlatırken, devlet ve iktidar ilişkilerine de yeni yaklaşımlar getirir.
2 George Orwell'in ‘1984’ adlı distopik eserinde, totaliter yönetime, dilin aldatıcı ve manipüle edici kullanımına ithafen, çoğu zaman otoriter kelimesi yerine kullanılan bir sıfattır.
3 Frankfurt Okulu üyelerindir. 1964 yılında kaleme aldığı, ‘Tek Boyutlu İnsan’ adlı eserinde ‘sistematikleştirilmiş dehşetin’ ne olduğunu analiz etmiştir.