2020 senesinin hemen başında dünya gündeminin en önemli konusu olan COVID-19, medyanın yardımı ve devletlerin aldığı önlemlere rağmen halen gündemdeki yerini koruyor. Tıpkı 11 Eylül 2001 tarihinde başlayan bir dizi terör saldırısının başardığı gibi, korona virüsü de insanları korkularını kullanarak esir almış durumda.
Geçtiğimiz günlerde 20. yılını andığımız 11 Eylül saldırıları ve sonrasında Afganistan merkezli El Kaide örgütünün düzenlediği saldırılar, insanları bir hayli korkutmuş ve uzunca bir süre seyahat edememişlerdi. Bu durum o gün için havayolu şirketleri ve uçak üreten şirketler için korkunç gibi görünse de aslında siparişleri yetiştiremeyen uçak imalatçılar için ise tam bir fırsattı. Kaldı ki 2000 yılında başlayan global turizm patlamasına ne hava yolları ne de turizm sektörü hazır değildi.
Takip eden dört sene, İstanbul, Londra, Paris ve daha birçok turistik merkezde gerçekleşen terör saldırıları ise insanları sindirmeyi başardı. Ancak bir noktadan sonra terör saldırılarından hayatını kaybeden insan sayısının tüm seyahat edenlere oranı açıklandığında terör dolayısıyla gerçekleşecek hayat kaybının yüz binde bir bile olmadığı ortaya çıktı. Kaldı ki terör saldırıları turistik bölgeler hedef alınmadığı taktirde genellikle yerel insanların hayatlarını kaybetmesine sebep oluyordu. Netice itibariyle artık terör korkusu sebebiyle seyahat etmekten korkan da pek kalmadı.
2020 itibariyle benzer korku COVID ile oluşturulmaya çalışıldı. Bir noktaya kadar da başarıldı. Ülkeler toplu olarak sınırlarını kapattı. Korona virüsü şahsım da dahil olmak üzere birçok kişinin en azından karantinada kalmasına, bazılarının ağır hastalanmasına ve ne yazık ki bazı yakınlarımızın hayatını kaybetmesine sebep oldu. 2020’nin Eylül ayından itibaren gelen aşı haberleriyle insanlar rahat nefes almaya başladı. Ne de olsa aşı bulunmuştu ve ne de olsa korona doğadaki tüm virüsler gibi insanlarla uyumlu (öldürmeyecek şekilde) olacak şekilde bir mutasyana uğrayacak ve en geç Mayıs 2021’de virüs gündemimizden düşecekti.
Ancak öyle olmadı. Eylül 2021 ayına geldiğimiz bu günlerde,
Artık Covid-pass diye yeni bir seyahat belgesi edinmek zorundayız.
Aşı diye lanse edilen oysa aşı olması için halen gereken testleri geçemeyen aşı adayları olarak tarif edebileceğim kimyasallar, sanıldığı kadar işe yaramıyor. İnsanların hasta olmasını engellemiyor. Rivayete göre aşı adaylarını olanlar yoğun bakıma girmiyor. Başka bir rivayete göre aşı adaylarını kullananlar COVID dışı rahatsızlıklara maruz kalabiliyor. Öte yandan aşı adaylarını kullananların hastalığı daha az bulaştırdığı da son derece muğlak.
Zamanla doğal olarak zayıflaması ve insan bağışıklık sistemiyle uyumlu hale gelmesi gereken mutantlar zayıflamak şöyle dursun daha da güçlenerek yeni bir salgın haline geliyor. COVID’in 12 yaş altı çocuklarda öldürme oranı yüz binde bir bile değilken, bazı ülkelerde bu yaş gruplarına da dayatılıyor.
Kimyasalların uzun vadeli etkileri bilinmiyor ama en fazla 12 ay içerisinde COVID’e karşı etkisiz hale geliyor. İsrail ve İngiltere’deki nüfusun çok çok yüksek oranı aşı adaylarını kullanmasına rağmen salgın durmuyor. İsrail’in salgını engellemek için sadece tıbbı değil elektroniği de sonuna kadar kullandığının altını çizmek lazım
Kimyasalı kullanma konusunda insanlara korkunç baskılar uygulanmakla beraber kimyasal kullanımının tüm riskleri kullananın üstüne yıkılıyor. (Çok abartılı bir örnek olmakla beraber kimyasalların içindeki ağır metaller sebebiyle dört beş sene sonra geçirilebilecek bir hastalıkta sigorta şirketi yükümlülüklerinden kolayca muaf olabilir). Pan American Health Organization (PAHO) COVID pandemisinin aşılama (!) ile bitmeyebileceğini açıkça beyan etti. Zaten bitseydi İsrail ve İngiltere diken üstünde durmazdı ve aşıda 3. doza gerek duymazdı.
Velhasıl kelam aşı da olsak karşıtı da olsak bu hikaye öyle kolay bitmeyecek. COVID hayatımızda olmaya belirsiz bir süre daha devam edecek.