Bir endişem var. Kalıplı bilgilerle inandıkları ‘doğru’yu sınırsız savunan kişilerin gayri ihtiyari edilmiş bir söz veya anlamına tam inemedikleri bir görüş karşısında çok hızlı zırhlanması… Tam düşünmeden, refleks tepkiler vermesi…
Vasatın zorbalığı diyorum ben buna. Bunun acıklı örneklerinden biri, Agos yazarı Hrant Dink’in 11 haftalık bir yazı dizisi ile anlatmaya çalıştığı bir düşünce patikasının içinden tam anlaşılmadan çekilen bir cümlenin, suikasta azmettirecek kadar öfke uyandırmasıydı. Kendi diaspora kimliğini sorgulayan, artık yeni nesillere bu kindar ve hastalıklı bakışı aktarmamayı tercih eden ve eleştirel bir analiz yapan Dink, Türkiye’den empati beklemektense çözümü Ermeni’nin kendi kimliğinde gizlenen zehirden arınmasında bulmuştu.
“Elini korkak alıştırma” derler: İnsanın yaptığı işin hakkını verebilmesi için korkmadan fikirlerini özgür ifade edebilmesi gerek.
Bu konunun güzel işlendiği bir mini dizi var; adı, ‘The Chair’. Dizideki akademisyenlerden biri, dersin bütünlüğü içerisinde kürsünün heyecanına kapılıp bir an Nazi selamı yapıyor, ancak savunduğu bir ideoloji yok, sadece absürdizm adlı edebiyat akımını anlatıyor. Öğrenciler, bu görüntüyü kayda alarak, okulda bir kamuoyu oluşmasına önayak oluyor. Gerçek bir akademisyen bu tür bir sözde duyarlılık kasmasına prim vermez. Kendisinin antisemit damgasından uzak olduğunu biliyor, fikrini ve dersini özürsüz devam ettiriyor.
Günümüzde öğrencilerin ve sosyal medyanın bir düşünürü anti feminist, ırkçı veya faşist ilan etme ihtimali, serbest düşünce evrimini sekteye uğratıyor. Üniversite ortamında işini ve itibarını korumak için ürkekleşen akademisyenlerle aydınlanma süreci yavaşlıyor, hatta bitiyor. Akademisyenler gelecek kaygısı ile hizaya giriyor.
Kanımca, her tür fikre saldırılmasında bir mahzur yok, ancak fikirlerin prematüre seviyelerde tartışmaya açılmasını isterseniz kibirli deyin, vakit kaybı olarak görüyorum. Hele akademik çevrede bazı olguların kabul görmüş bir doğru üzerinde ilerlediği ve herkesin o evrimden haberdar olduğu var sayılır. Popüler eşitlik kavramında her bireyin fikir belirtme özgürlüğünün bazen çığırtkanlığa bazen de manipülasyona dönüşmesi kaçınılmaz… Mecaz ve ironi ifade sanatlarıdır, bunlardan kendine gocunma sağlayan bireylerin düşünce evrimine sadece zarar vermesi beklenir.
Bir konuda daha hızlı zırhlanma ve refleks tepki sarmalını gözlemliyorum: Feminizm. Feminizmin kadınlara eşitlik arayışı günümüzde zaten kabul görmüş olgudur. En azından benim gözümde. Zira ücret politikası hâlâ revizyona ihtiyaç duysa da kadın zihnini küçümseyen ve çalışma haklarını geri planda tutan uygulamalar günümüzde yok olmaya yüz tuttu.
Artık feminizmden değil, ‘tam eşitlik’ten bahsediyor olmalıyız. Kadına taciz yerine insana tacizden, kadın kıyafetlerinin kurcalanmasından tüm insan kıyafetlerinin rahat bırakılmasına evrilmeliyiz. Bu yüzden feminist bakış açısı ile sadece kadını mağdur gösteren konuşmalara, dişe diş, kana kan tarzı erkeklerden üstün olma kanıtlama çabalarına demode bakıyorum. Bu konuda edeceğim her lafın da feministlerden özür dileme zorunluluğu doğurmasından, hoşlanmıyorum. Bir üst seviyeye geçme zamanıdır.
Kısacası, vasatın zorbalığı ile seçkin düşünceye sekte vurulmasından endişe ediyorum. Aydınlanmanın kalıplı düşünce gruplarının evrime katılması ile mümkün olacağını düşünüyorum…