İstanbul’da bu yaşıma kadar hiç bu denli yoğun olarak görmediğim taksi bulma sorunu yüzünden çoğu arkadaşlar gibi özel aracımı artık her gün kullanmaya başladığımdan beri, şehir içinde araçların kurallara uyduğu tek alanın trafik ışıklarının olmasını hayretle tecrübe etmiş bulunmaktayım.
Bu istisnai kurala uyma dışında, İstanbul sokak ve caddeleri inanılmaz derecede kural dışı hareketlerin sergilendiği pistlere dönmüş durumda.
Bir anlamda trafiğin sıkışıklığını azaltan veya boş güzergahları önererek trafiği düzene sokmaya çalışan akıllı telefonlardaki yüksek performanslı navigasyon sistemlerine rağmen trafikteki kuralsızlık, ötekine saygısızlık ve tıpkı ortak yaşam kurallarını hiçe sayarak toplumda kaos yaratan bencil bireylerin yaptığı gibi trafikteki benzer davranış biçimi insanın bu kentte ruhen yaşayamayacağını düşündürtüyor her geçen gün, daha da şiddetle.
20 yıl önce Kahire’ye yaptığım bir seyahatte, dünyanın görece büyük nüfusuna sahip bu kentteki trafik kuralsızlıklarını gördükten sonra, memlekete dönüşte toprağı öpecek bir hissiyata girmiştim. O dönemde şakayla karışık olarak, araçlarda sağ, sol sinyal verme donanımının sanki opsiyonel olduğu gerçeği ile karşılaşacak, şoförlerin açık pencerelerinden kollarını dışarı çıkarma suretiyle, ne tarafa döneceklerini, bu yöntemle öteki araçlara duyurduğunu büyük bir şaşkınlıkla gözlemleyecektim. Neyse ki, İstanbul o zamanlar dahi bu kadar traji-komik bir trafik uygulamasını icra etmiyordu. Lakin bugün trafiğe çıkanların eskiye göre çok daha kuralsız, saldırgan ve bencilce araç sürüşleri İstanbul’da trafiği allak bullak ederken, kurallara uymak dışında hiçbir kurnaz harekete tevessül etmeyenleri, “Ben bu şehirde ne arıyorum”u, geçmişe göre çok daha hararetli bir şekilde söyletmeye itmekte.
Üç şeritli caddelerde kuralsız park eden araçlardan dolayı trafiğin bir şeride düşüp, bir dakikalık yeri on dakikada geçmeyi hangi dünya şehrinin gördüğünü bilemiyorum. Bu kuralsız park etmeye/bekleme yapmaya, neden bir müeyyide uygulanmadığı da bir başka sancılı soru olarak sürekli zihnimi kurcalamakta.
Sokak ve caddelerde bulunan işyerlerine sattıkları ürünleri teslim eden kamyon ve kamyonetlerin neden trafiğin en yoğun olduğu zaman dilimlerinde bu uygulamayı seçtiklerini sorduğunuzda verilecek hiçbir makul cevabın olamamasına rağmen yıllardır aynı kuralsızlığın arz-ı endam etmesine sinirlerinizin dayanmasını bekliyorsunuz beyhude olarak. Veya sahibinin bir mağazada alışverişi yaptığı zamanda, mağazadan çıkar çıkmaz aracına binmesi için trafiği engelleyecek şekilde bekleme yapan araçların dokunulmazlığına ne diyeceğiz? Hiçbir şey diyemiyoruz. Zira bazen “Yahu burada durulur mu?” dediğinizde, sizi pişman edecek bir tepkiyle karşılaşmanız pek muhtemel. Bu iklimde geçerli olan, kuraldan çok, güç’tür bazen. Susar ve yüreğinize taş basarak geçip gidersiniz. Ağzınızdan çıkan tek söz, “Ne olacak bu memleketin hali!” olur yine ve yeniden.
Kurallara uyma etik skalasının bu derece yerlerde süründüğü bir sosyolojide, bu yetmiyormuş gibi motosiklet trafiğinin her geçen gün geometrik oranda arttığı bir iklimde bunların yarattığı kuralsızlık ise trafikteki sorunlara bir başka sancılı boyut getirmiş durumda. Artık sinyal vererek ve dikiz aynasını kontrol ederek rahatça sağa sola sapmak tarihe karışmış durumda. Zira yıldırım hızıyla sağınızdan veya solunuzdan geçen ve dikiz aynalarına görüntüleri anlık düşen motosikletler sizi her an olumsuz bir durumla karşı karşıya bırakabilecek tehlike kaynağı olmuş durumdalar. Sağa yanaşıp sağ kapıyı arkanıza bakmadan açmak tarihe geçmiş durumda. Düşünmeden ve yılların refleksiyle ani açabileceğiniz bir kapı her an yanınızdan kontrolsüz geçen bir motosiklete çarpma olasılığına sahip. Bunlar yetmezmiş gibi bir de tek yönlü sokaklarda aniden karşınıza ters yönden gelen motosikletleri aniden fark etmezseniz her an üzücü bir durumla karşılaşmanız da pek mümkün.
Eve teslim mobil sistemler geliştikçe ve rekabet arttıkça müşteriye ürünü teslim süresi önem arzettiği için, bu rekabette işini kaybetmekten korkan motosiklet sürücüsü hedefine en hızlı varmak için elinden geleni ardına koymamakta. Bu şirketlerin, gelişmiş ülkelerdeki şubelerinin trafik kurallarına zorunlu ve istisnasız bir şekilde riayet ettikleri sürece işlerini bu denli ‘etkin bir performans’ ile yapamayacaklarını da tahmin etmek pek zor olmamalı.
Yetmedi, sokaktaki insanların kendilerini güvende hissettikleri yegâne alan olan kaldırımlarda bile çift yönlü olarak bu araçların yol almalarına hangi şehir yöneticileri izin verir, bilinmez. Ama bizde yıllardır hiçbir yaptırım olmadan izin verilir.
Eskiden kızdığınızda mahcubiyet duyan ‘kaldırım sürücüleri’ artık bugün, tepki gösterdiğinizde size kızacak kıvama gelmişlerse, varın siz düşünün memleketin halini…
Bitmedi, bir de şehrin en işlek caddelerinde bile kendini sağdan soldan gösteren ‘scooter’ denilen elektrikli tek kişilik küçük araçlara ne diyeceğiz? Bu da dikkat edilmesi gerek üçüncü tehlike. Üstelik bu aracı kullananların çoğunun kasksız olması başta kendileri olmak üzere herkes için büyük tehlike arz ederken, etrafınızda ‘dert ettiğin şeye bak’ düzeyindeki sosyolojik bir iklim olduğu için bunun da önüne geçilemeyeceği gün gibi ortada.
Ezcümle İstanbul’un trafiğinde araç sürmek sizi dünyanın en dikkatli ve en çabuk zihni ve fiziki refleks veren bir karakter sahibi yapıyor.
Dünya birinciliğine oynayacağımız yegâne alan burasıdır.
***
Ünlü Fransız sosyologu Emile Durkheim bireyin, yaşadığı toplum içinde, sanki herhangi bir toplumsal ve moral kural yokmuş gibi keyfince veya oluşmuş ortak kurallara uygun olarak davranmamasına, ‘anomi’ adını vermişti. Durkheim, toplumların köklü değişim dönemlerinde eski dönemin değerleri ve etik kuralları yok olurken onların yerine geçecek yeni toplumsal ve etik kuralların oluşmasının zaman alacağını da ileri sürmüştü.
Bir anlamda kuralsızlık olarak nitelendirebileceğimiz anomi, trafikteki İstanbul insanını ele geçirmiş durumda. Belli bir azınlık tarafından gelse dahi bu anomaliye karşı sert cezai müeyyideler uygulanmaması, kurallara uyan bireylerde anomalinin giderek normal bir davranış biçimi olarak algılanmasına neden olurken, giderek duyarsızlaşan bir toplumsal iklim de yaratmakta.
Türkiye, Durkheim’ın söz ettiği köklü toplumsal geçiş dönemini çoktan aşmış durumda. Ancak, hukuksal altyapı olmasına rağmen, hala sosyal hayattaki bireylerin gösterdiği kuralsızlıklarla mücadele edebilecek bir iradeye tam olarak sahip olamaması belki de sorunların çözüm sürecini sürekli ileriye götürmekte.
Havada taksi teknolojisini konuşurken trafikteki en basit kuralsızlıkları çözememiş olmamız, üzerinde etraflıca düşünmemiz gereken tuhaf bir tezat örneği teşkil etmiyor mu?