Propagandalarını artık Maltepe kadar yakından duyduğumuz aşı karşıtlarının ‘deneysel sıvı’ diye adlandırdıkları COVID aşısı, arkasında yatan mRNA teknolojisine 3 milyon dolarlık Breakthrough Ödülü getirdi. Büyük ihtimalle Nobel de getirebilir.
“İçinde ne olduğu belli değil” dedikleri sıvının içindekiler oysaki o kadar belli ki ve aynı zamanda dahiyane de. Bu aşının içeriğini elde etmek üzere 1970’lerde çıkılan uzun ve zorlu yolculukta cinsiyetçilik, basit tesadüfler ve lisans savaşları eksik olmadı. Şüphesiz mRNA COVID aşısının buluşunda birçok bilim insanının adı geçiyordu ancak Rus-İsrailli milyarder Yuri Milner’in kurduğu Breakthrough Prize, bu yıl yaşam bilimleri alanında, aşının rekor zamanda geliştirilmesinin yolunu açan iki kişiyi ödüle layık gördü. Birinci kişi söz konusu yolculuktaki ‘cinsiyetçilik’, ikinci kişi ise ‘basit tesadüfler’ kısmının ana karakterleriydi. Lisans savaşlarında tahmin ettiğiniz gibi Moderna ve Pfizer telaffuz ediliyordu. Spoiler alert: Pfizer, BionTech sayesinde başı çekti. Ama zaten BionTech kurucuları Özlem Türeci ve Uğur Şahin sayesinde bunu bilmeyenimiz yok.
Dönelim birinci ana karakterimiz olan ve erkek olduğu için ayrımcılığa uğrayıp ismi ikinci sıraya yazılmak istenen Katalin Kariko’ya. Kendisi tabi ki bir kadın; sadece size bir anlık paralel evren tecrübesi yaşatmak için erkek yazdım. Katalin, 1985’te komünist Macaristan’dan ABD’ye kaçarken yetkilileri kandırarak iki yaşındaki kızının ayıcığına 900 poundu gizleyerek sokmuştu. Bundan tam 20 yıl sonra ise insanın savunma mekanizması olan bağışıklık sistemini kandırarak hücrelerin içine kendi yazdığı RNA kodunu sokacaktı. 1990’larda UPenn Üniversitesinde çalışmalarına devam ederken defalarca ödenek başvurularına ret cevabı alan Kariko, gece gündüz RNA üzerine çalışmaya -kendi sözleriyle eğlenmeye- devam etti.
mRNA yani mesajcı RNA, hücrenin çekirdeğinde bulunan DNA’dan kopyaladığı kodu çekirdeğin dışına çıkaran bir polimer. mRNA talimatları hücrenin içindeki ribozom denen protein üreten makinelere götürür sonra da kendini yok eder. Kısaca hücreye hangi proteini yapacağını söyleyen mRNA’dır. mRNA’nın bu marifeti sayesinde mRNA’ların modifiye edilip ilaç gibi davranmaları sağlanabilir. Bu fikir ta 1970’lere dayanıyor. Kariko laboratuvar ortamında sentezlemeyi başardığı RNA’yı farelere zikrettiğinde bağışıklık sistemi bunu yabancı tehdit olarak gördüğü için doğrudan yok ediyor, RNA’nın ribozoma protein yaptırmak için zamanı kalmıyordu. Bu problem hikayenin ‘basit tesadüfler’ini oynayan ikinci karakterimiz tarafından çözülecekti.
1997’de Drew Weismann ile Katalin Kariko üniversitenin fotokopi makinesi odasında karşılaştılar ve ayak üstü sohbet ettiler.
Kariko: Naber Drew?
Weismann: İyidir Katiş, aklımda harika bir çözüm var keşke birinin çığır açıcı bir fikri olsa da bir yerde tıkanıyor olsa.
Kariko: Farelerime RNA aşısı yapmaya çalışıyorum ama bağışıklık sistemleri aşırı reaksiyon veriyor ve ölüyorlar.
Weismann: Farelerin, RNA’yı oluşturan dört yapı taştan biri olan uridine yüzünden ölüyor, onun yerine pseudo uridine diye benzer bir bileşik üretirsek bağışıklık sistemi bunu düşman gibi görmez, farelerin de ölmez. Modifiye ettiğimiz birleşiğe sembol olarak Latince’de psi- Ψ harfini veririz, havalı olur.
Kariko: Bizli konuşuyorsun, ortak olduk bile ha?
Weismann: Yes baby’si. Ama kadın olduğun için kesin seni benim asistanım sanırlar, şimdiden senin adını öne yazalım.
Kariko: Neyin önüne?
Weismann: 2005’te yayınlayacağımız ve 2021’de COVID diye bir hastalığa karşı bizim buluşumuzu kullandıkları için 3 milyon dolar verecekleri makalemize. Hatta 250 bin dolar da Lasker Ödülünden gelir. Kim bilir belki Nobel de verirler.
Kariko: COVID ne anlamadım ama hadi gündüz gece demeden hafta sonları ve tatiller dahil AIDS için mRNA aşısı geliştirelim.
Weismann: Bilim insanlarının kaderi, kesin buluşumuzun patentini bizim üniversite 300 bin dolara adı bilinmedik bir şirkete satar, sonra da o şirket yüz milyonlarca dolar lisans ücreti alıp köşeyi döner.
Kariko: Olsun, (burada Interstellar’daki gibi bir müzik girsin) bilim insanlık için yapılır.
Sohbetleri büyük ihtimal böyle gelişmedi ama sınırları belli köşemde size ana fikri verebilmek için uyarlanmış senaryo yazmam icap etti.
Laboratuvarda üretilen mRNA’ların işlerini görebilmeleri için vücut tarafından hemen imha edilmemeleri gerekiyordu. Bunun için daha iyi RNA üretilmesi kadar RNA’nın taşınmasının da iyi yapılması gerekiyordu. RNA’ları hücrenin zarından içeri kadar güvenle taşıyabilecek sonra da serbest bırakabilecek bir partikül zincirine ihtiyaç vardı. Aranan paket bulundu: bildiğimiz yağ ya da daha bilimsel bir ifade ile lipid nanopartiküller (LPN). Burada ise sahneye Robert Langer ve Pieter Cullis ile 30 yıla dayanan çalışmalar geliyordu. Kariko ve Weismann’ın ürettiği RNA’yı kendi taşıma teknolojileri ile birleştirebilirlerdi. Langer ortakları ile 2010’da Moderna’yı kurdu. UPenn, akademik dünyaya uymadığı için Kariko’nun pozisyonunu düşürünce, o da 2013’te daha henüz bir web sitesi bile olmayan çılgın Alaman Türk çiftinin şirketi BioNTech’e geçti. Türeci ve Şahin en büyük yardımcıları Kariko ile 2018’de Pfizer ile yapılacak ortaklıkla influenza gribi aşısı çalışmalarına başladı. Cullis ise kurduğu Acuitas adlı firması ile BioNTech şirketine LPN sağladı. Weismann ile Cullis bu arada yakın dostlar.
Görüldüğü üzere mRNA aşılarının arkasındaki hikâyede dostluk, rekabet, aşk, cinsiyetçilik, milyarlarca dolarlık şirket birleşmeleri, patent savaşları ve daha ne entrikalar vardı.
Kariko ve Weismann’ın modifiye RNA’sı ve Langer ve Cullis’in RNA’yı taşıyan yağ baloncukları olmadan mRNA aşısı olmazdı. Gerçi o aşıya milyarlarca insanın ulaşabilmesini mümkün kılan daha ne isimler var, kim bilir. Wikipedia bilir ama ‘film gibi valla’ dedirtecek kadar ilginç yazmaz söyleyeyim. Kanımca mRNA aşısı Nobel alamasa bile harika film konusu olur. Boşuna senaryo yazmaya başlamadım burada elbette. Hatta film 1970’lerde siyah beyaz başlar sonra bir anda renkli olur. Bir katkım da sinematografiden gelsin. Harcanıyorum.