Uzun bir rüyadan uyanmış gibiyim. Uzun ve güzel, bitmesini istemediğim bir rüya. Oysa bittiği yerde, dönüşmüş olarak geri gelmiş olduğum şehrimde de iyiyim. Bedenim bu yerde, kalbim ve ruhum aynı anda iki ayrı coğrafyada. İki ayrı saat diliminde. Ya, daha çok coğrafyaya dağılsaydı? O da mümkün. Beden aynı anda farklı coğrafyalarda bulunmayı beceremiyorsa da henüz, duygular ve düşünceler kuantum sıçrayışı yaptırabiliyor insana. Her bir sıçrayış bedeni değilse bile beden kimyasallarını farklı coğrafyalarda yaşadığı deneyimlerin kimyasal dengesine taşıyabiliyor. O yüzden rüya ve hayal, uyku ve uyanıklık hepsi birbirine karışıyor. Hayat tam da deyimde söze geldiği gibi “iki arada bir derede” sürüyor. Rüya yaşanırken gerçek, gerçek ise rüya olarak algılanıyor.
Düşünüyorum. Kendimi tarif ederken kimim ben? Kendini tarif ederken kimsin sen? Siz? Her biriniz?
“Kimsin sen kendini tarif ederken?” sorusuna “ben” ya da “kendim” cevabını veren sevgili dostlar… Çünkü evet, var bu cevabı verenler, biliyorum. Ancak biraz kestirme bir cevap olmuyor mu bu? Kim o ‘ben’ dediğiniz? Öte yandan hiç düşünüyor musunuz kim olduğunuzu, kendinizi tarif ederken gerçekten kim olduğunuzu? Şükürde misiniz her sabah uyandığınızda, her akşam yatarken? Şikayette misiniz gün içinde işler öngördüğünüz gibi yürümediğinde? Hep bir suçlu arayışında mısınız? Zehir misiniz sürekli kendinize? ilaç mısınız yoksa? Gün içinde dile gelen düşünceleriniz hangi duygularınızı tetikliyor, nerelere taşıyor sizleri? Soluk bir iz mi kaldı o meraklı çocuktan bugüne? Hissediyor musunuz yaşadığınızı her an, her nefeste? Bir mücadelede misiniz yaşamla, yoksa oyun mu sizin için yaşamın üzerinize fırlattığı toplar? Kendinizi tarif ederken dile geliyor mu heyecanlarınız? Anlatıyor musunuz hayallerinizi? Umutlarınızı? Yoksa yapıp ettiklerinizle mi sınırlı ifadeleriniz? Okuduğunuz okullar, dereceler, başardığınız işlerin listesi misiniz siz?
Özetle alışkanlıklarımız mı yönlendiriyor kendimizi tanımlamamızı? Evimiz, yuvamız... Sahi neresi ki yuvamız? Hangi şehir, hangi sevdiğimizin yanı başı? Neresi? Çocukların hatta bazan eşlerin ayrı coğrafyalarda yaşamayı seçtiği/yaşamak zorunda kaldığı, sınırların bir anlamda yok olduğu öte yandan yaşamın pandemi ile birlikte bambaşka sınırlamalarla bağlandığı bu global dünyada neresi yuvamız?
Alışıyor insan. Bir zaman sonra alışkanlıklarının kölesi oluyor. Alıştığı davranış, düşünce kalıbı, duygu bile, otomatikleşiyor. ‘İki cami arasında bir namaz’ durumu düşündürüyor insanı, sorgulamalar başlıyor, sorgulamalar daha önce aklımıza gelmeyen çözümlere, bilinmeyen deneyimlere gebe… Ve büyük dönüşümler küçük, mini minnacık detayları fark etmekle başlıyor. Değişim detayda gizli her zaman. Kendimizi nasıl tarif ettiğimiz, günlük hayatta kendimize nasıl davrandığımız enerjimizi belirliyor, yaratıcılığımızı açığa çıkartıyor. Yaşamımıza şekil veriyor. O yüzden şimdi belki bir kere daha düşünmek gerek üstünde, samimi ve yargısız bir bakışla sormak gerek kendine “Kimsin sen, kendini tarif ederken?”