Unutkanlık giderek daha çok kullanılan bir sözcük olmaya başladı. Genç yaşlarda dikkatsizlik veya umursamazlıkla karıştırılıyorsa da, ilerleyen zamanlarda can sıkıcı bir hale dönüşüyor. Sınavlarda, ‘boşlukları doldurun…’ misali üç kişinin bir araya gelip, bilmece çözercesine bir ismi hatırlamaya çalıştıklarına çokça tanık oldum.
Toplum olarak kulaktan dolma bilgilerle ‘konsültasyon’ yapmayı çok severiz. Yaşıtlar arasında konu açıldığında unutkanlığa çare olabilecek birçok vitamin ismi sıralanır. Dizi dizi ‘Omega’lar, telaffuzu bile alengirli olan haplar, ‘yerlisini alma, yaramaz’ gibi önerilerin ardından, eczane isimleri de sıralanır. ‘Gidince adımı ver, hemen ilgilenirler. Ne istersen getirtiyorlar…’ benzeri talepler arttıkça her köşede bir eczane açılmasına şaşırmamak lazım. Gıpta etmek mizacıma uygun değilse de eşim dâhil çevremde hafızası güçlü insanlar gördükçe keyfim kaçmaya başladı.
↔↔↔
‘Abartma, geçer’, tavsiyelerine rağmen en ufak bir rahatsızlıkta uzman görüşü almayı yeğleyenlerdenim. Boğaz ağrısı için limon/tuz gargara, karın ağrısı için ıhlamur, melisa, anason, mide için de nane, limon gibi bitkisel karışımların dışında kendi başıma ilaç kullanmamaya özen gösteririm. Bu bağlamda genç annelerin kurdukları WhatsApp gruplarında çocuk hastalıkları için önerilen ilaçları rahatlıkla çocuklarına vermelerini aklım almıyor.
↔↔↔
Her yıl giderek katlanan sağlık sigortası primlerini yenileme vakti geldiğinde şok geçiririm. Biraz yutkunduktan sonra, çok sevdiğim bir dostumun sözlerini anımsarım; “Öde ve inşallah kullanmaya gerek olmasın.” Yaşadıkça ne kadar değerli bir temenni olduğunu anladım.
Sıkıntıma çare bulmaya gelince, aradığım eşyaları nereye koyduğumu, isim bulmakta zorlandığımı, buzdolabının kapısını neyi almak için araladığımı giderek daha sık unutmaya başlayınca huzursuzlandım. Gerçi maske kullanımı bazen hayat kurtarıyor. Karşınızdakinin ismini hatırlamayınca, “Ayy kusura bakmayın, maskeyle tanıyamadım” gibi hafifletici unsurlar da işe yarıyor.
Sonuçta, unutkanlıklarımın nedenini anlamak için doktora gittim. Neleri aklımda tutamadığımı sıraladıktan sonra, arkadaşların önerdiği vitaminleri saydım. Her söylediğim ismin ardından aldığım yanıtlar “Geç, geç, işe yaramaz; eczacıyı sevindirmek istiyorsan al” şeklinde geldi. Kısaca, yarı doktor olan, iyi niyetlileri takip etmemekte yarar var.
Doktorum sabırla artık ‘tarihi geçmiş’ terimler diye varsaydığımız bunama, arteryosklorozun yanı sıra demans ve Alzheimer tanımlamalarını anlaşılır bir dille anlattı. Buna rağmen hâlâ ‘ama unutuyorum’ diye ısrar edince, test yaptırmam için bir meslektaşına yönlendirmek istedi. İtiraz ettim. Zira bu tür anketlerde “100’den başlayarak ikişer ikişer geri say” ve “Sondan bir önceki sağlık bakanının adı nedir?” benzeri sorular olduğunu biliyordum. Vereceğim yanıtların doğru bir değerlendirme olmayacağının da farkındaydım. Otuzlu yaşlarımda da geri saymayı beceremezdim. Türkiye’de ilk modern ruh ve sinir hastalıkları hastanesini kuran, Ord. Prof. Mazhar Osman’dan başka eski sağlıkçıları da aklımda tutmam…
Özetle, adı geçen rahatsızlıklarla ilgim olmadığına, zihnin gereksiz ayrıntıları sildiğine ikna edilince rahatladım.
Sağlıkla kalın.
Efsane Daktilo
Özdeşleşen iki isim... Sami Kohen ve Milliyet... Efsane daktilo altmış yılı aşkın bir süre, okurları ‘Dış Haberler’le buluşturdu.
Kanımca duayen gazeteciyi tanımlayan en doğr sözcük ‘denge’dir. Denge ve dürüstlük gerek meslek, gerekse toplum ve aile yaşantısında ödün vermediği unsurlar oldu.
Sami Kohen’le yapılan en anlamlı söyleşilerden biri Rita Ender’in, Aralık 2015’te Agos Gazetesi’nde “Türk Basınında ‘Kohen’ Olmak” başlığıyla yayınlandı. Kohen, yazılarını ve kimliğini gelecek nesillere taşıyan bir gazeteci olarak anımsanacak.
Söz uçar, yazı kalır... Yolu ışıklı, mekânı cennet olsun