‘İlerici’ aydınların ortak bir derdi var: Dünyanın ‘ileriye’ gidiyor olması…
Yaşadığımız evrende, neyin ‘ileri’, neyin ‘geri’, hangi yönün ‘yukarıya’, hangisinin ‘aşağıya’ gittiğini söylemenin mümkün olmadığını kabul ediyorum… Ama, neyin ‘daha iyi’ ya da neyin ‘daha kötü’ olduğu hususunda anlaşabiliriz sanıyorum.
Örneğin, hayatın ölümden; sağlığın hastalıktan; tok olmanın aç kalmaktan, refah içinde yaşamanın fakirlikten; barışın savaştan; güvenliğin tehlikeden daha iyi olduğunda hemfikirsek, dünyanın iyiye gittiğine sevinebiliriz.
Çünkü rakamlar, insanoğlunun yaşam beklentisinin uzadığını, sağlık hizmetlerine daha çok insanın ulaşabildiğini, dünyada açlığın hemen- hemen yok olduğunu, dünyada şiddet, cinayet ve savaşların giderek azaldığını gösteriyor.
Rakamlara bakmanın yararı şu: Eğer dünya nüfusuna kıyasla kaç kişinin şiddete maruz kaldığını, kaç kişinin hasta olduğunu, kaç kişinin açlıktan öldüğünü, kaçının fakir, baskı altında ya da okuma-yazma bilmeden yaşadığını bilirsek, bu rakamları kıyaslayıp ‘ilerlemenin’ gerçekleşip gerçekleşmediğini somut olarak tesbit etmek mümkün olur.
Dünyada herhangi bir gelişme ya da iyileşme kaydedilmediğini söylemeyi sevenler de, tahmin ediyorum ki, modern teknolojinin getirdiği olanaklardan yararlanıyorlar… Onlar da yazdıklarını, hepimiz gibi, bilgisayarlarda yazıyorlar… Hiçbirinin kuş tüyü kalemlerini mürekkep hokkasına batırıp yazdığına ihtimal vermiyorum… Ve onlar da, ameliyat olmaları gerektiğinde, anestezi altında olmayı yeğliyorlardır… diye düşünüyorum.
‘İlerici’ dostlarımızın içine dert olan, ‘ilerleme’ ya da ‘gelişmeye’ dair aydınlanma fikirleri… Örneğin, doğa ve insanı anlamanın dünya üzerindeki varoluşumuzu daha iyi kılabileceğini kabul etmek gibi…
Çağdaş iyimserin düşüncesi, dünyada her şeyin ‘iyi’ olduğu, dolayısıyla yan gelip yatabileceği değil… tam tersine… her şey ‘daha iyi’ olabileceği için, boş yere şikayet edip duracağına, acilen işe koyulması gerektiği.
Ne var ki, modern iyimseri ‘ipleyen’ yok… Nietzsche, Schopenhauer, Heidegger ve Sartre gibi ‘felaket habercileri’ felsefe ve sanatın yıldızları olmayı sürdürüyorlar.
Sadece profesyonel aydınlar değil, sıradan insanlar dahi entelektüel havaya girince, ‘dünyanın’ yani toplum, çevre ve ekonominin giderek kötüleştiğini düşünüyorlar… Öyle düşünmekte haklılar da… Dünya kötüye gidiyor diye değil… Medyanın felaket haberleri bombardımanı altında kaldıkları için.
Medya, gazete manşetleri ve dergi kapaklarıyla okuyucuyu müstakbel salgınlar ve kaçınılmaz krizler hakkında sürekli ‘uyarıyor’. Olumsuz haberler, olumlularından daha iyi iş yapıyor… Bu asık suratlı haberlerin tüketicisi de havaya giriyor… Asık suratlı olmayı ciddiyet sanmaya başlıyor.
Profesyonel entelektüel de, amatör olanı da, henüz çözülmemiş sorunlara işaret etmenin, ve bunun “hastalıklı bir toplumun belirtisi” olduğunu bildirmenin, kendisini ciddi, ağırbaşlı ve “soylu” göstermeye yeteceğinin farkında… soruna çözüm bulmaya kafa patlatması gerekmiyor.
Sorunlara gerçek çözümler üreten bilim insanları ve girişimciler ise, önce saçma-sapan eleştirilere muhatap oluyor: “Bu buluşunuz, sorunu ortadan kaldıracağına bir yara-bandı yapıştırmaktan ileri gitmiyor!” gibi… Ta ki, icat ettikleri ilaç, yöntem, gübre vs. genel kabul görene kadar.
Ve kazara, buldukları çözümün beklenmedik bir ‘yan-etkisi’ olduğu ortaya çıkarsa, ‘ben söylemiştim!..’cilere yeni bir gevezelik olanağı çıkıyor.
İsveç’in ünlü Karolinskaya Enstitüsünde Uluslararası Sağlık Profesörü Dr. Hans Rosling satış rekorları kıran bir kitap yazdı. Kitabın başlığı şu: ‘FACTFULNESS: Dünya Hakkında Yanılmamızın 10 Nedeni - Her Şey Niçin Düşündüğümüzden İyi’.
Kitabında, Dr. Rosling, insanların büyük çoğunluğunun yaşadıkları dünya hakkında yanılgı içinde olduklarını, dünyanın olduğundan daha fakir, daha sağlıksız ve daha tehlikeli olduğuna inandıklarını ve bu kanıya sahip olmalarının nedenlerini anlatıyor.
Dünya ve insan, kusursuz olmaktan uzak… Ama neyse ki, düşündüğümüzden iyi durumda.