Kaptan Kirk olarak tanıdığımız William Shatner’ın 90 yaşında uzaya çıkması ile ben de bir gün uzaya çıkabilme hayalime bir adım yaklaştım. Temmuz ayından beri sizin benim gibi sade vatandaşların uzaya fırlayışlarını seyrediyoruz. Gerçi bunların tanıtımları, bol şampanyalı davetleri, şaşalı bağış toplama organizasyonları, hatta üzerine çekilmiş Netflix dizileri fırlatmaların kendisinden daha çok konuşuluyor. Olsun, 50 yıl sonra (kusura bakmazsanız yaşımı aşağıya yuvarladım) işin para kısmını artan rekabetin halledeceğini düşünerek, 90 yaşındaki narin bedenime 5-6 Selin’in aynı anda oturmasına -yani teknik terimle 5g-6g kuvvete- dayanabileceğimi düşünüyorum. Hani arabada gaz pedalına sonuna kadar basınca hızlanmadan dolayı koltuğa yapışılır ya, o hissin saniyeler yerine dakikalarca sürmesine pekâlâ katlanabilirim. Vücudumun tüm sıvılarının yanaklarıma doğru hücum etmesini de kaldırabilirim. Yine de mümkünse yaşımı az buçuk geri çekmek isterim. Dizimin yapılmasına sıcak bakarım.
Halkın çoğunluğu bu son yolculukları uzay çağında bir kilometre taşından ziyade beyaz milyarder çocukların (Jeff Bezos, Richard Branson ve tabii ki Elon Musk) ego seyahatleri gibi görüyor. Tabi sonuçta uzay çağını eğlence parklarındaki roller coaster havasındaki turistik yolculuklarla tanımlayacak değiliz. Uzay çalışmaları evrenin nasıl başladığından nasıl sona ereceğine kadar kapsamlı araştırmaların yapıldığı, yaşamın nasıl ortaya çıktığının gizemini çözen, Dünya dışı yaşam arayan, Ay’a ayak basılmasını mümkün kılan, uzak gezegenlere doğru keşif araçları yollayan, en temel ve birleştirici fizik kuramı olan ‘Her Şeyin Teorisini’ bulmaya çalışan derya deniz bir saha. Kaynakların bu gibi uzay yolculuklarına harcanması hiç hoş karşılanmıyor.
Fakat malumunuz bu sorumlu ve duyarlı bakış açısını fırsat verilse bir dakika düşünmeden kendimle birlikte uzaya fırlatırım. Tercihim Elon Musk’ın üç gün yörüngede dönülen seyahat paketi olurdu, William Shatner’ın 106 kilometre yukarımızda on dakika geçirdiği deneyimi değil. Yine de 13 Ekim’de uzayın siyahlığı içinde yerçekimsizliği deneyimlerken geride bıraktığı maviye selam çakan William Shatner’ın yere indikten sonra göz yaşlarıyla verdiği ifadelere bakınca ona da razıyım.
Şöyle diyordu Kaptan Kirk: “Bu deneyimi öyle ya da böyle herkesin tatması gerek. Bu bizi saran, koruyan mavi çarşafın içinden hızla fırlıyorsun. Sanki o gökyüzü dediğimiz çarşafı biri üzerimizden çekiyor ve bir anda çirkin siyahlıktasınız. Aşağı bakıyorsunuz Dünya, tabiat ana; yukarıda ise ölüm. Ölüm böyle bir şey mi? Bizi saran bu hava derimiz kalınlığında, evrenin büyüklüğüne kıyasla bıçak gibi ince. Yaşamı mümkün kılan atmosferin yüzde 20’si oksijen ve biz bunu kirletiyoruz. Birbirimize sarılmalıyız, bizi sıkı sıkı bağlayan bir savaşta beraberiz. Aynı zamanda içimizde de bir savaş bu. Nasıl bir tecrübe yaşadım ben?”
Eşzamanlı bir şekilde yaşadığımız salgın belası ve ‘İsterseniz inanmayın, ben gerçekten buradayım’ diye doğal afetler aracılığıyla selam çakan iklim değişikliği, gezegenimizde yaşamın devamlılığının tehlike altında olduğunu apaçık gözler önüne seriyor. Bir olmamız ve dünyaya iyi bakmamız gerektiğini bir türlü kafamıza sokamıyoruz. Shatner boşuna ağlamıyor.
Uzaya çıkan ilk insan olan Yuri Gagarin’den son çıkan Shatner’a kadar bu deneyimi yaşayanların duygu seline verilen bir isim var: ‘Overview Effect-Kuşbakışı etkisi.’ Bu selin içinde neler yok ki… (Selin dedim, bu da mı tesadüf?) İnsan hayatının faniliği, tüm yaşamın kırılganlığı, o sonsuz boşlukta hayatın yeşerebildiği tek yerin Dünya oluşu, ülke sınırlarının yukardan bakınca ne kadar suni olduğu, insanları birbirine düşüren fikir ayrılıklarının ve ötekileştirmenin manasızlığı ve günlük dünyevi sorunların önemsizliği dahası kendinizin önemsizliği. Uzaya çıkan bu az sayıdaki şanslı insanların öz kimlik ve dünyaya bakış açılarında temelden bir sarsıntı yaşanıyor.
Apollo 8 görevinde yer alan astronotlar Ay’ın arkasından dolanıp Dünya’nın doğuşunu izlerken “Biz bunca yolu Ay’ı keşfetmeye geldik ama aslında Dünya’yı keşfettik” demişler. Ve kuşbakışı etkisinin adeta tanımı da yine bu ekipten geldi: “Dünya’ya dışarıdan bakınca tüm farklılıklar, milliyetçi özellikler birbirine karışıyor, gerçekten tek bir dünya var, neden doğru düzgün insanlar gibi bir arada yaşayamıyoruz?” Apollo 14 astronotu Edgar Mitchell ise kuşbakışı etkisi altında öylesine kalmıştı ki politikacılara şu sözlerle giydirmişti: “Bir siyasetçinin yakasından tutup onu yarım milyon kilometre dışarı sürükleyip ‘şuna bir bak, o.ç.’ demek istiyorum.”
Eğer o şekil bir siyasetçi sırf kuşbakışı etkiyi yaşayıp düzgün politika yapıp insanlığı kurtaracak diye uzaya çıkarsa hasedimden çatlarım. Ha benim uzaya gitmem insanlığa bir fayda sağlar mı? Pek değil, ama benim uzaya gidebilmem demek uzayda cirit atıyoruz, uzay çalışmalarında müthiş gelişmelere imza atmışız, evrenin sırlarının epey bir fazlasını çözmüşüz ve milyonlarca insan uzaya çıkmış olacağı için kozmik evimizin değerini, overview efekti deneyimlemiş olacağımızdan, bilmişiz demek. Yani “İnşallah Şalomcu Selin’in uzaya çıktığını görürüz” derseniz yukardakilerin hepsini temenni etmiş olacaksınız. Bir de -gazetemizin okuyucu profilini bildiğim için söylüyorum- kendinize de hayli uzun bir ömür dilemiş olursunuz. Haydi hep birlikte, amin!