Ege’deyim… Toprağa dokunmaya geldim. Zeytin hasadına. Göz alabildiğine bir ova. Etrafı güven veren dağlarla çevrili. Kimi yer işlenmiş tarla, kimi yer zeytinlik. Dalından koparılıp yenebilen hurma zeytinleri lezzeti ile alıp götürüyor insanı. Bir slow food gönüllüsü ve lideri olan sevgili Selda Güleç’in tarlasındayım. Bir şehir çocuğu olarak doğayı hep çok sevmeme rağmen toprağa sanırım hiç bu kadar yakın olmamıştım. Güneşi tarlada doğurup neredeyse günbatımına kadar tarlada geçirdim birkaç günümü. Zeytini topladık. Hasadı kutlamaya gelen dostlarla olduğu kadar köylülerle sohbet ettik. Toprağın kokusu sindi damarlarımıza…. Sofralar kuruldu, zeytin konuşuldu. Bedensiz sevdiklerimiz anıldı. Doğa tüm bereketini sunarken bizlere, bizler de bu bereketi nasıl çoğaltabileceğimiz üzerine düşündük. Giderek kuraklaşan dünyamızda varoluşumuzu sürdürmek için yapabileceklerimiz hala var.
Biz toprakla hemhal ederken, Mark Zuckerberg Facebook’un önümüzdeki on yıl içinde ‘Metaverse’e dönüşümünü müjdeledi. Sanal gerçeklik insanın içinde kaybolduğu bir yaşam şekli haline giderek daha da çok geliyor.
Oysa insan, toprakla haşır neşir olduğunda sanal gerçeklik hakimiyetini kaybetmeye başlıyor. İnsan toprakla, kuşlarla, ağaçlarla belki de daha önce bilmediği bir lisanda muhabbet etmeye başlıyor. Sabahı karşılayan yüce bir fıstık çamı nefessiz bırakabiliyor insanı. O vakur duruşu ile insana yaşamı, kucaklamayı, hatta yaşamaktan öte yaşamın kendisi olmayı hatırlatıyor. Dinleyene her ne yaparsa yapsın doğa ile uyum içinde yapması gerektiğini çünkü kendisinin de doğanın bir parçası olduğunu ve ancak doğanın sağlıklı bir varoluşu ile insanlığın var olabileceğini söylüyor. Bir damla yaş düşüyor yanağıma… Nefessiz kalışım, doğa ile kaybettiğim bağı yeniden kurmama vesile olan bu coğrafyada kendimi ilk defa yurdumda hissedişimden. Ne kadar kopuk yaşıyormuşuz biz şehir çocukları topraktan ve dolayısıyla kendimizden. Kim bilir daha ne kadar kopuk olacak gelecek nesiller sanal gerçekliğe gömüldükçe.
“Mutfaklarımızda” diyor, SG imalathanenin Urla’nın Barbaros Köyü meydanında düzenlediği sohbette kompost yapımını anlatan Şef Zafer Kayrak “Atık yok, artık vardır.”
Yumurtanızın kabuğu, domatesinizin, salatalığınızın kabuğu, yeşillikleriniz sapları, çayın kahvenin posası, bahçelerimizde ve tarlalarımızda oluşan artıklar, kuru yapraklar… Boyasız kağıt ve kartonlar, misal yumurta kutuları… Mutfağınızın artıkları. Ama atık değil. Bu arada evinizin de organik artıkları. Fırçanızda biriken saçlarınız mesela. Çöp sandığımız ancak kesinlikle çöp olmayan birçok şey. Özetle organik artıklar. “Bu organik artıkların uygun ortamda, uygun nem ve oksijenle zengin bir gübreye çevirerek kompost üretebilirsiniz. Ürettiğiniz kompostu balkonlarınızdaki saksılarınızda ya da bahçelerinizde varsa tarlalarınızda yetiştireceğiniz sebze ve meyvelerde, kendi alanınız yoksa, mahallenizin bir köşesinde toprağa kattığınızda bu çok besleyici bir gübre olduğundan hem toprağınızın verimini arttıracak hem de toprağın su tutmasına katkı sağlayacağından yaklaşmakta olan kuraklıkla mücadelenizde size destek olacaktır.”
Bir taraftan çöpümüzü azaltırken, bir taraftan doğaya geri kazandırmak. Doğadan beslenirken, doğayı beslemek... Tüketmek ve yok etmek için değil, yaşamak ve yaşatmak için.
Yaşlansa da çökse ya da kurusa da, hatta gövdesi çürüse de yumrularından fışkıran sürgünlerle canlanıp yeni bir ağaç olarak ortaya çıkan zeytin ağacının önemli öğretilerinden biri de bu değil mi bizlere? Yaşam döngüsü. Aldığını, yeniden alabilmek üzere, geri vermek. Aldığını, gelecek nesillere devredebilmek üzere geri vermek.
Artık her adımda bir daha düşünmeli: Günlük çöpümün ne kadarı gerçekten çöp? Ve ben bunun ne kadarını atmak yerine doğaya geri kazandırabilirim?