Gece

Avram VENTURA Köşe Yazısı
3 Kasım 2021 Çarşamba

Biriken yeni kitaplar yüzünden, uzun zamandır eskilere el atma fırsatım olmamıştı. Evde zorunlu kaldığım günlerde, kitaplığımı elden geçirdim. Bu kitaplardan bir kısmının içeriğini tümüyle unutmuşum, oturup onlardan birkaçını yeniden keyifle okuma olanağım oldu. Bunların biri de Bilge Karasu’nun Gece kitabı. Sevdiğim bir yazar olmasına karşın, bir türlü elim varmamış, uzun zamandır onun yazdıklarına uzak kalmışım. Bu kitabı okurken şunu düşündüm: Gece, kitap adı olmasının dışında, bir simge olarak ele alındığında çok şey çağrıştırıyor. Nitekim yazar, metnin bir yerinde şöyle diyor:

“İnsanlar, gitgide, istediklerine, dilediklerine inanmakla yetindiklerini, düşünüp tartmayı, ölçünmeyi, olanı biteni görmeğe çalışmayı yavaş yavaş bir yana ittiklerini daha fark etmiyorlardır belki de. Bunun farkına varmağa başladıklarında ise ortalık iyice kararmış olacak. Sabahları güneş yeniden doğar gibi olsa da, ortalık yeniden aydınlanır gibi olsa da, gecenin karanlığı bütün bütün dağılmayacak hiç.”

Bilge Karasu’nun gece kavramıyla esinlendirdiklerini anlatmaya çalışırken, yine aynı adlı kitabıyla belleğime kazınmış Elie Wiesel’i anımsatmak istiyorum. Auschwitz Toplama kampından kurtulmuş olan bu yazar, Gece kitabını delirmemek için yazdığını söylüyordu. İnsanlık tarihinin o karanlık döneminde, tüm olumsuzlukları yaşamış Wiesel gibi birçok insan, onurunu olduğu kadar Tanrı inancını da yitirmişti. Gecelerce süren karabasandan, gün doğumuna kavuşma umuduyla…

Söz Wiesel’dan açılmışken, yine onun her satırıyla insanı sorgulamaya yönelten Şafak Vakti romanından bir alıntıyı eklemek istiyorum. Romanın kahramanı Elisha, yolda bir dilenciyle karşılaşır. Konuşmaları sırasında dilenci, Elisha’ya geceden korkup korkmadığını sorar. Korktuğunu söylemesi üzerine dilenci şöyle der:

“Geceden korkmana hiç gerek yok. Gece gündüzden daha saftır. Gece daha iyi düşünür, daha iyi sever, daha iyi hayal kurarız. Gece, her şey daha bir yoğun, daha bir gerçek olur. Gündüz sarf edilen bir cümle, gece olup da yankısı bize ulaştığında, daha farklı, daha derin, daha ırak bir anlama bürünür. İnsanların trajedisi ne zaman gündüz ne zaman gece olduğunu bilmemeleridir. Gündüz söylemeleri gereken şeyleri gece söylerler.”

Başkalarını bilemem, ama benim için gece, en iyi düşündüğüm, oysa okuyup yazmak için en verimsiz geçen zamandır. Bütün okul dönemimde de böyle olmuştu. Saatim geldiği anda uykuma yenik düşüyor, hiçbir şekilde okuduğum ya da yazmaya çalıştığım bir metne odaklanamıyorum. Onun yerine, bu güne değin her zaman erken saatlerde uyanıp, eksiklerimi tamamlamayı yeğlemişimdir.

Çoğu yazarın anılarında geçiyor. Gece, ikinci meslek olarak yazarlığı seçenler için en uygun çalışma ortamını hazırlıyor. Birçoğu ya ekonomik koşulların getirdiği zorunluluktan ya da sessizlikten yararlanmak için, herkesin uyuduğu bu saatlerde, masalarının başında sözcüklerle boğuşmayı göze alıyorlar.

Gecenin herkes için farklı anlamları olduğunu söylesem sanırım yanılmış olmam; ama genelde bizi daha çok korkutan onun karanlığıdır. Bu da bir belirsizliği beslemesinden kaynaklandığını düşünebiliriz.

Yıllar önce, kim bilir hangi duyguların etkisiyle yazdığım bir şiirden iki dizeyle sözlerimi noktalamak istiyorum:

Ne denli açsam gözlerimi boşuna

Geceler gözlerimde sürdürür karanlığı

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün