Dört aylık kısacık bir aradan sonra, adı farklı fakat içeriği hemen hemen aynı bir köşeyle yeniden merhaba! Başlığımız neden ‘Gefiltefish’ değil de ‘Kıymık’ diye soracak olursanız, kısa bir açıklama yapayım: Yazıya başlamak için tam sandalyemi düzeltiyordum ki, sağ elimin serçe parmağına bir kıymık batıverdi. Bu parmağımı lades tutuşmak dışında pek kullanmadığımdan önemsemedim, girdiği gibi çıkar diye düşündüm. Ama çıkmadı! Aksine, elimi klavyenin üzerinde her hareket ettirdiğimde mevcudiyetini giderek artan bir şiddetle hatırlattı. Sonunda büyüteçle baktım. Oradaydı, parmağımın ucunda, minik bir göz gibi beni süzüyordu. O kadar küçüktü ki tırnaklarımla çekmem mümkün olamadı. Önce bir yapışkan bant vasıtasıyla çıkartmayı denedim. Beceremedim. Sonra bir cımbız aldım. Sol elle resim yapabilirim ama sağ elimin tırnaklarını kesmekte çok zorlanırım. Meğer müzmin bir sağlak için sol elle cımbız kullanmak da zormuş! Kıymığı çekeceğim diye parmağımı haşat ettim. Sonunda karım yetişti, eline geçirdiği steril bir iğne yardımıyla o kıldan ince kıymık parçasını parmağımın ucundan söktü. Nasıl ferahladım anlatamam! Bu köşenin adı da böyle doğdu; malum mizahçı mizacı!
***
“Yobazdı ama iyi adamdı”… Nasıl ama? Gidenin ardından edilecek sözler değil di-mi? Adamcağız bağnazdı ama iyi adamlığı bunun üzerini örtüyordu! Tersi daha kötü tabii: “İyi adamdı ama yobazdı!” Bağnazlığı iyi adamlığının önüne geçmiş oluyor o zaman… Yobazın ne anlama geldiği konusunda bir şeyler karalamayı gereksiz görüyorum. Peki, merhum bu ünvanı hakketmek için ne yapmış acaba? Söyleyeyim: Sağlığında önce umreye gitmiş, birkaç yıl sonrasında da hac farzlarını yerine getirmiş. Fakat bu dini yolculuklarını patırtısız gürültüsüz, sadece en yakınlarının duaları ve işvereninin izni dahilinde gerçekleştirmişti. Anlayacağınız inancı kendi içindeydi, dışa vurmazdı. Bütün inançlara saygılıydı, fakat bunu gösteriye dönüştürenlere tahammülü yoktu, onlara kızardı. Ha, bir de cuma günleri camiye giderdi… Giderken de işyerinin kapısına, “Cumaya gittim, hemen döneceğim” yazılı minik bir kâğıt yapıştırmayı unutmazdı.
Nerede mi çalışıyordu? Sizi daha fazla merakta bırakmayayım: Schneidertempel Sanat Merkezinin güvenlik sorumlusuydu. Eski bir sinagogun kapısında “Cumaya gittim” yazısını okumak, kapıya gelen ziyaretçi için sürpriz olduğu kadar bir hoşgörü göstergesiydi adeta. Ziyaretçiler hatırlayacaktır, mekanın girişinde hemen solda otururdu. Gelenleri sıcak bir gülümsemeyle karşılar, palto ve pardesülerini özenle teslim alırdı. Sergi kurulumlarında da hazır bulunurdu. Böylece sanatçılarla yakınlık kurar, bilgilenir, öğrendiklerini fırsat buldukça ziyaretçilere aktararak gönüllü rehberlik yapardı. Konuklara saygıda kusur etmez, tevazu, alçakgönüllülük ve nezaket içinde görevini layıkıyla sürdürürken yeni yetme güvenlikçilere örnek olurdu.
Dakikti. Her sabah, açılış saatinden tam yarım saat önce makamına geçer, galerinin tam zamanında açılmasını sağlardı. Evet tutucuydu; yıllar boyunca hep aynı gazeteyi okudu. Gazetenin sahipleri, yöneticileri, yazar kadrosu, politikası değişti fakat o gazetesini değiştirmedi. Noktasına virgülüne varıncaya kadar her satırını okur, bulmacasını çözmeden bırakmazdı. “Milliyet’te bir ben, bir de Sami Kohen kaldık” demişti bana bir keresinde… Kaderin şu cilvesine bakın ki her ikisi de birer hafta arayla veda ettiler!
Baki Beyi bu asırlık küçük Aşkenaz sinagogunu bir sanat merkezine dönüştürdüğümüz 1998 yılında tanıdım. Açtığımız her yeni sergiyi hafızasına not eder, her açılış günü kulağıma kaçıncı sergiyi açtığımızı gururla fısıldardı. Ta ki, iki yıl öncesine, yaş haddinden “üçüncü kez” emekli olana kadar… Malumunuz ülkemizde yaş haddinden emekliliğe hak kazanmak için 60 yaşını bitirmiş olmak gerekir, o ise 90 yaşını doldurmuştu! Bıraksalar bu görevi daha da sürdürecekti. Fakat sistem bu yaşa ermiş kişilerin, başkalarının da yaşamını ilgilendiren onca sorumluluk gerektiren böylesine riskli bir işi sürdürmesine elvermiyordu. İstemeye istemeye emekli ettik Baki Bey’i.
12 Ekim akşamı Schneidertempel Sanat Merkezinde sezonun ikinci etkinliği, Baran Çelik’in ‘Masketeknik 1’ adlı maskeler sergisinin açılışı vardı. Aynı gün öğrendik Baki Güler’in o sabah COVID’e kurban gittiğini. Koca bir kılçık saplandı boğazımıza! Açılışta birkaç sözcükle anmaya çalıştık kendisini. Meğer ne çok seveni varmış! Sosyal medya hesaplarımızda duygusal sözlerle anıldı bolca. Eh bu ilk ‘Kıymık’ da ona ‘yobaz’ sıfatını yakıştıran önyargı tayfasına batsın bari!